Selda Bağcan ismini sanırım ilk kez, 1990’lı yılların başlarında 9-10 yaşlarında küçük bir çocukken duymuştum. Televizyonda, şu an hatırlayamadığım bir türküyü seslendiriyordu. O güne dek, gördüğüm, kafamda kurduğum ‘kadın şarkıcı’ imajından bir hayli uzakta, üzerinde sade bir elbise, hiç makyajsız ve kendinden emin bir şekilde seslendiriyordu türküsünü. Bağcan’a olan büyük hayranlığımın başlangıcı, tüm diskografisini bin bir emekle toplayıp bir araya getirmeye başlamam ancak 10-11 sene öncesine, üniversite yıllarıma uzansa da, kendisine sempati beslemeye başlamamın bugün en az 25-26 yıl öncesinde kalan o güne uzandığını söylemeliyim. Yine aynı dönemde, televizyonda bir akşam, Selda Bağcan’ın tek filmi olan, müzik kariyerinin hemen başında 1971-1972 Sinema sezonunda çekilen ‘Adaletin bu mu dünya?’ yayınlanmıştı. Filmi, annemle birlikte izlemiş, annesiyle beraber yaşadığı o küçük, mazbut evde, yeteneğinden ve sesinden başka hiçbir sermayesi olmayan ve ünlü olma, başarma hayalleri kuran üniversitesi öğrencisi Selda’dan çok etkilenmiştim. Elbette, bu bir filmdi, Selda Bağcan’ın gerçek yaşamını konu almıyordu, ancak Bağcan’ın gerçek yaşamıyla da benzer öğeler yok değildi. Bu noktada, dilerseniz Selda Bağcan’ın yaşam serüvenine ve müzikal geçmişine yer verelim.
Havva Selda Bağcan,
1948 Yılında Muğla’da veteriner bir babanın(Selim Bağcan) ve öğretmen bir
annenin(Emine Bağcan) üçüncü çocukları olarak dünyaya gözlerini açar.Savaş ve
Sezer adında iki ağabeyi, Serter adında bir erkek kardeşi vardır. Baba tarafı
Makedonya, anne tarafı ise Kırım göçmeni Türktür. Selda, henüz iki yaşındayken,
babasının tayini dolayısıyla Van’a taşınırlar. İlkokulu Van’da okur.
1957
yılında babası Selim Bağcan, Van’ın bir köyüne hayvanları aşılamaya giderken
mikrop kapıp tifo hastalığından vefat eder, Selda henüz dokuz yaşındadır. Annesi,
ağabeyleri ve kardeşiyle birlikte Ankara’ya biyoloji öğretmeni olan teyzesinin
yanına taşınırlar. Ankara’da Kurtuluş Lisesi’ni bitirir ve ardından Ankara
Üniversitesi Fen Fakültesinde fizik mühendisliği okumaya başlar.
Henüz lise
2.sınıfta okurken, ağabeyinin de desteğiyle, kardeşiyle birlikte amatör bir müzik
grubu kurarak İspanyolca, İtalyanca şarkılar seslendirmeye başlayan Selda için
1971 senesi bir dönüm yılı olur.
İlk 45’lik plakları ‘Sivas ellerinde sazım çalınır(katip
arzuhalim yaz yare böyle)/Mapushane içinde mermerden direk’ ve ‘Tatlı dillim
güler yüzlüm/Mapushanelere güneş doğmuyor’ ile profesyonel müzik yaşamına adım
atan üniversite öğrencisi Selda’nın oldukça kısıtlı imkanlarla, kendisi için
Ankara’da açılan Sel Plakçılık imzasıyla piyasaya verilen bu iki 45’lik plağı
çok kısa bir sürede 1 milyon barajını aşar. Bu bir rekordur. Mapushane temasını
işleyen iki türküyü seslendirdiği ve tam da bu sırada, Deniz Gezmiş ve
arkadaşları hapis yattıklarından, Selda için Deniz Gezmiş’in nişanlısı
yakıştırması yapılır. Oysa, değil nişanlısı olmak, Deniz Gezmiş ile yolları bir kez bile kesişmemiştir Selda'nın.
Bu başarılı
45’likleri , ‘Çemberimde gül oya’, ‘Adaletin bu mu dünya’ ‘Yalan dünya’ ‘Gesi
bağları’, ‘Nem kaldı’ gibi her biri çok
büyük beğeni toplayan, inanılmaz yüksek satış rakamları elde eden 45’lik
plaklar takip eder.
Selda, genç yaşında ülkenin en popüler sanatçılarından
birisi olmuş, kendine özgü, emsalsiz, içten ve yanık sesi, halk türkülerini
başta gitar olmak üzere batı enstrümanları eşliğinde seslendirdiği bu
çalışmalar halk tarafından çok beğenilmiştir, ayrıca 1972 yılında
Bulgaristan’da düzenlenen Altın Orfe Müzik Yarışması’nda ‘Kalenin dibinde taş
ben olaydım’ adlı türkümüzle, Türkiye’yi temsil etmiştir.
1974 Yılında, İki tane Aşık Mahsuni Şerif türküsünü modern
bir alt yapıyla, batı soundunda seslendirdiği ‘Nem kaldı/Rabbim’ ve kendi
çizgisinin tamamen dışında, o dönemde ‘aranjman’ ya da ‘Türk hafif müziği’
olarak adlandırılan tarzda, iki yabancı şarkının Türkçe uyarlamalarının yer
aldığı ‘Aşkın bir ateş/O günler’
45’liklerini,- bu noktada Bağcan’ın bu tarzda da ne denli başarılı
olduğunu, daha sonraki yıllarda Ferdi Özbeğen’in sesinden de büyük beğeni
toplayan ‘O günler’in ilk yorumcusunun Selda Bağcan olduğunu ve bu çalışmanın
Türk pop müziğinin en önemli, en samimi çalışmalarından birisi olduğunu
belirtmek isterim- Şemsi Belli’nin,
üzerinde hiçbir doğru düzgün köprü olmadığı için, yakınlarının, çocuklarının cesetleri Hakkari Zap Suyu’nda yitip giden insanlarımızın sitemini dile getirdiği
‘şiirini besteleyip seslendirdiği 'Anayasso' 45'liği takip eder. Böylelikle, sosyal mesajlar içeren, siyasi göndermeler de bulunan
yapıtlara da yer vermeye başlamıştır artık Selda.
1975 yılının sonlarında, o dönemki yaygın albüm anlayışının
aksine daha önce hiç birisi 45’lik olarak yayınlanmamış, yepyeni şarkılardan
oluşan, Kızıldere, Yaz gazeteci yaz, Mehmet Emmi, Yaylalar, İnce ince bir kar
yağar, Meydan sizindir gibi değerli türküleri, mükemmel bir alt yapı,
orkestrasyon ve elbette eşsiz, içten bir
yorumla seslendirdiği, Anadolu rock tarzındaki,
ilk albümü yayınlanır. Albüm, yayınlanmasının üzerinden 40 sene geçtikten
sonra bile dünyanın önde gelen müzik adamlarının bir hazine olarak
nitelendirecekleri, albümdeki eserlerden alıntılar yapıp kendi albümlerinde
kullanacakları kadar ‘sağlam’ bir
çalışmadır. Bu albümü her biri müzikal ve içerdiği sosyal mesajlar açısından kanımca(ne
mutlu ki dünyaca ünlü müzik otoriteleri de benimle hemfikir) birer başyapıt olan
‘Vurulduk ey halkım unutma bizi’(1976), ‘Kaldı kaldı dünya’ (1978) Albümleri takip eder.
1977’de yayınlanan Aşık Mahsuni Şerif Türküsü ‘Yuh yuh’ satış rekorları kırar. Yine 1977’de plak yaptığı ve bir yıl sonraki üçüncü albümünün açılış şarkısı olan, söz ve müziği 1993 yılındaki Sivas katliamında yitirdiğimiz değerli halk ozanımız Muhlis Akarsu’ya ait olan ‘Kaldı kaldı dünya’ türküsü yüzünden, 80 darbesini takip eden yıllarda kendisine ‘Komünizm propagandası yapmak ‘ suçundan dava açılır, hapse mahkum edilir tıpkı ‘Kızıldere’ ve ‘Vurulduk ey halkım’ türküleriyle ‘Suç kabul edilen eylemi övmek’ suçundan ‘cezalandırılıp’, daha sonra da aklanacağı gibi…
1977’de yayınlanan Aşık Mahsuni Şerif Türküsü ‘Yuh yuh’ satış rekorları kırar. Yine 1977’de plak yaptığı ve bir yıl sonraki üçüncü albümünün açılış şarkısı olan, söz ve müziği 1993 yılındaki Sivas katliamında yitirdiğimiz değerli halk ozanımız Muhlis Akarsu’ya ait olan ‘Kaldı kaldı dünya’ türküsü yüzünden, 80 darbesini takip eden yıllarda kendisine ‘Komünizm propagandası yapmak ‘ suçundan dava açılır, hapse mahkum edilir tıpkı ‘Kızıldere’ ve ‘Vurulduk ey halkım’ türküleriyle ‘Suç kabul edilen eylemi övmek’ suçundan ‘cezalandırılıp’, daha sonra da aklanacağı gibi…
Yıllar yılları kovalar, 70’li yıllar boyunca herkesin
hakkında konuştuğu , gazetelerde, müzik dergilerinde her gün kendisiyle ilgili
haberlerin yayınladığı Selda Bağcan, 12 eylül 1980 darbesinden sonra, solu
çağrıştıran tüm kavramlar gibi unutturulmaya, geri plana itilmeye çalışılır.
Pasaportuna el konulur, yıllarca yurt dışına çıkması yasaklanır,( Bir çok
kimsenin, hatta o dönemde ilginç bir şekilde emniyet teşkilatının bile
sandığının aksine Selda Bağcan yurt dışına kaçmamış ya da yurt dışında sürgün
hayatı yaşamamıştır, tam tersine ülkesinden dışarı çıkması yasaklanmıştır.) Ancak,
Selda bütün bu baskılara en güzel cevabı yine sesiyle, sanatıyla,
türküleriyle verir. Yalnızca, oldukça
özel ve seçkin bir repertuardan oluşan Yeni bir dünya(1981), Anadolu’muzun bir
çok farklı yöresine ait türküleri eşsiz bir ustalıkla, İstanbul Devlet Senfoni
Orkestrası eşliğinde seslendirdiği Türkülerimiz(1982), özgün, protest ve Türk halk müziğinin en güzel
örneklerini sunduğu ‘Dost merhaba(1986),Unutursun Mihribanım(1983), Nazım Hikmet'in sözlerini, usta bir şekilde bestelediği 'Memleketim' ile açılan, 'Ayrılık' ,(Selda'nın en can alıcı bulduğum yorumlarından birisidir), 'Size selam getirmişem' gibi Azeri Türküleriyle devam eden 'Hasret türküsü'(1985), aynı yıl
açtığı kendi müzik firması olan Majör Müzik’ten çıkan ilk albümü özelliğini
taşıyan ve özgün-protest müzik
tarihimizin en değerli albümlerinden birisi olan ‘Özgürlük ve Demokrasiyi
çizmek’ (1988) , ağırlıklı olarak deyişlere ve semahlara yer verdiği, satış
rekorları kıran ‘Yürüyorum dikenlerin üstünde’(1987) ve ‘Felek beni adım adım
kovaladı’ (1989) albümleri ile değil, aynı zamanda, 1982 yılında İstanbul
Elmadağ’daki Şan Tiyatrosunda verdiği, binlerce kişinin izlediği Türkiye’nin
ilk pop senfonik konseriyle
ve 1986 yılında, Peter Gabriel tarafından Womad Vakfı’nca desteklenen Dünya Dans ve Müzik Festivali’ne davet edilmesiyle de, (yurt dışına çıkması yasak olduğu için festivale katılamamış ancak festivalin plağında bir şarkısına yer verilmiştir.) 1980’li yıllar boyunca bir çok büyük başarıya imza atar.
ve 1986 yılında, Peter Gabriel tarafından Womad Vakfı’nca desteklenen Dünya Dans ve Müzik Festivali’ne davet edilmesiyle de, (yurt dışına çıkması yasak olduğu için festivale katılamamış ancak festivalin plağında bir şarkısına yer verilmiştir.) 1980’li yıllar boyunca bir çok büyük başarıya imza atar.
Selda Bağcan,1990’lı yılları albüm olarak da yayınlanan
yurtiçi (Anadolu konserleri 1-2) ve yurtdışı konserleriye karşılar. Yurt dışına
çıkış yasağının kaldırılmasının yanı sıra, özel kanalların da yaygınlaşmaya başlaması ile birlikte,
sevenleri artık Selda Bağcan’ı ekranlarda da izleme mutluluğuna erişir.
1992 yılının son aylarında yayınlanan Akdeniz Şarkıları-1 (Ziller ve ipler) albümü, bir çok sosyal mesaj ve hiciv içermekle beraber, o dönemdeki pop müzik patlamasına da, sözleri Aysel Gürel’e ait olan ‘Ziller ve ipler’ şarkısıyla hafiften bir göz kırpar. Şarkının ‘zilleri taktı çıkı çıkı yaptı’ şeklindeki sözleri yediden yetmişe herkesin diline dolanır.
Ancak, albümün asıl bombası sözlerini ünlü şair Ümit Yaşar Oğuzcan’ın yazdığı ve Selda Bağcan’ın bestelediği ‘Beni unutma’ dır. Bu sonsuz anlamlı ve duygusal çalışmanın yanı sıra ‘Gülüşün kalır bende’ ‘Sürgün, ‘Oku tar’ gibi eserler de albümün ön plana çıkan parçalarından olur. Baştan sona çok özel ve değerli bulduğum bu albümün benim en çok sevdiğim şarkılarının başında ise ‘Ellerinle bana baharlar getir’ ve ‘Acıların rıhtımında’ gelir. Ziller ve ipler(Akdeniz şarkıları-1) oldukça yüksek bir satış grafiği çizer ve Bağcan’a dönemin en çok okunan gençlik dergilerinden Hey Girl okurlarının verdiği oylarla ‘1992 Yılının en beğenilen protest müzik sanatçısı’ ödülünü getirir.
1992 yılının son aylarında yayınlanan Akdeniz Şarkıları-1 (Ziller ve ipler) albümü, bir çok sosyal mesaj ve hiciv içermekle beraber, o dönemdeki pop müzik patlamasına da, sözleri Aysel Gürel’e ait olan ‘Ziller ve ipler’ şarkısıyla hafiften bir göz kırpar. Şarkının ‘zilleri taktı çıkı çıkı yaptı’ şeklindeki sözleri yediden yetmişe herkesin diline dolanır.
Ancak, albümün asıl bombası sözlerini ünlü şair Ümit Yaşar Oğuzcan’ın yazdığı ve Selda Bağcan’ın bestelediği ‘Beni unutma’ dır. Bu sonsuz anlamlı ve duygusal çalışmanın yanı sıra ‘Gülüşün kalır bende’ ‘Sürgün, ‘Oku tar’ gibi eserler de albümün ön plana çıkan parçalarından olur. Baştan sona çok özel ve değerli bulduğum bu albümün benim en çok sevdiğim şarkılarının başında ise ‘Ellerinle bana baharlar getir’ ve ‘Acıların rıhtımında’ gelir. Ziller ve ipler(Akdeniz şarkıları-1) oldukça yüksek bir satış grafiği çizer ve Bağcan’a dönemin en çok okunan gençlik dergilerinden Hey Girl okurlarının verdiği oylarla ‘1992 Yılının en beğenilen protest müzik sanatçısı’ ödülünü getirir.
Bağcan, 1994 yılında, yıllar önce sadece yurt dışında
yayınlanan bir kasetinde yer verdiği ‘Koçero’ yu Ahmet Kaya ile birlikte
yeniden seslendirir ve şarkı bu yeni versiyonuyla kaset formatında piyasaya
sürülür.(Aslen bu kayıt 1991 yılında gerçekleşmiştir ancak albümün yayın iznini
alabilmesi 1994'ü bulur.) 1993 yılında
katledilen gazeteci, yazar Uğur Mumcu’ya bir ağıt niteliğinde olan ‘Uğur’lar
olsun’ Selda’nın sesiyle tüm ülkede yankılanır. 1997’de müzikal anlamda Ziller
ve ipler albümünün bir devamı niteliğinde olan, daha önce Ajda Pekkan
tarafından seslendirilen ‘Ağlama anne’ şarkısına olduğu kadar, ‘Erler demine destur alalım’ ilahisine de usta
bir yorum kattığı Akdeniz şarkıları-2 (Çifte
çiftetelli) albümü çıkar, bu özel albüm de belki bir önceki kadar olmasa da
yine de ses getirir.
Fakat, bana sorarsanız Selda Bağcan’ın 90’lı yıllarda
yaptığı en güzel işlerin başında,
1971-1985 arası seslendirdiği ve hepsi plaklarda kalmış olan şarkıları,
kendi firmasından, telif hakları için binbir zorluklarla didinip uğraşarak,
oldukça kısıtlı imkanlarla, ‘Türkülerimiz’ adı altında toplam 10 cd lik bir set
olarak yeniden piyasaya çıkarmaya başlamasıdır. Nitekim, Selda’nın 1971-1974
arası yayınlanan 45’liklerinde yer alan türkülerin büyük bölümünü kapsayan ve
1995 yılında Türkülerimiz-1 adı altında yayınlanan bu serinin ilk halkası akla
hesaba gelmeyecek kadar çok satar ve bir kaynak eser olarak tüm arşivlerde
yerini alır.
1997 ile 2002 arasındaki beş yıllık süreçte yeni albüm
yapmayan, plaklarda kalmış türkülerinin c.d ye aktarıldığı Türkülerimiz
serisinin 2.,3.,4. ve 5. Albümlerini yayınlayan ve 2000 yılında, bir konser için Hatay'a giderken büyük bir trafik kazası geçirerek uzun süre tedavi gören Selda Bağcan,
2002 senesinde ‘Ben geldim/Sivas’ın yollarına’ albümüyle müzik piyasasına kelimenin tam anlamıyla bomba gibi bir dönüş yapar.
Baştan sona yine kendi çizgisinde, bu topraklarda yaşanan acıları, sevinçleri dile getiren eserlerden oluşan bu albümde yer alan bir çok şarkı, ancak özellikle de ‘Sivas’ın yollarına’ çok büyük bir hit olur ve ülkenin dört bir yanında herkesin diline dolanır. Böylelikle, Selda Bağcan, uzun yıllar ardından yepyeni bir hit şarkı ortaya koymayı başarır. Sevimli bir halk türküsü olan ‘Sivas’ın yollarına’nın aksine, sanatçının kadim dostu Halil Ergün ile düet yaptığı, albüme adını veren diğer şarkı ‘Ben geldim’ batı tarzında bir eserdir ve insanı tam kalbimden vuran sözlere ve melodiye sahip bir başyapıttır. Hesapta yoktu, Sabreden derviş, Dön gel birtanem, Mevlam bir çok dert vermiş, Ağladım anne ,bazı eserlerin ikinci versiyonlarının yer aldığı yeni baskıya gidecek kadar çok büyük bir satış rakamı yakalayan bu albümün diğer ön plana çıkan eserlerinden bazılarıdır.
2002 senesinde ‘Ben geldim/Sivas’ın yollarına’ albümüyle müzik piyasasına kelimenin tam anlamıyla bomba gibi bir dönüş yapar.
Baştan sona yine kendi çizgisinde, bu topraklarda yaşanan acıları, sevinçleri dile getiren eserlerden oluşan bu albümde yer alan bir çok şarkı, ancak özellikle de ‘Sivas’ın yollarına’ çok büyük bir hit olur ve ülkenin dört bir yanında herkesin diline dolanır. Böylelikle, Selda Bağcan, uzun yıllar ardından yepyeni bir hit şarkı ortaya koymayı başarır. Sevimli bir halk türküsü olan ‘Sivas’ın yollarına’nın aksine, sanatçının kadim dostu Halil Ergün ile düet yaptığı, albüme adını veren diğer şarkı ‘Ben geldim’ batı tarzında bir eserdir ve insanı tam kalbimden vuran sözlere ve melodiye sahip bir başyapıttır. Hesapta yoktu, Sabreden derviş, Dön gel birtanem, Mevlam bir çok dert vermiş, Ağladım anne ,bazı eserlerin ikinci versiyonlarının yer aldığı yeni baskıya gidecek kadar çok büyük bir satış rakamı yakalayan bu albümün diğer ön plana çıkan eserlerinden bazılarıdır.
Selda Bağcan, 2000’li yılların müzik piyasasına damgasını
vurmakta kararlıdır. Ben geldim/Sivas’ın yollarına’ yı, iki yıl sonra, 2004 te
yayınlanan ‘Deniz’lerin dalgasıyım’ takip eder.
Bu albüm benim için çok önemlidir, çünkü bu albümle, çocukluğumdan beri sempati duyduğum Selda Bağcan’a olan büyük hayranlığım başlamıştır. Hiç unutmam, 2005 senesiydi, Bağcan, Hüsnü Şenlendirici’nin sunduğu bir programa konuk olmuştu. Her zaman olduğu gibi, Selda’yı görür görmez programa kilitlenmiştim. Bir süre sonra Selda Bağcan, son albümü ‘Deniz’lerin dalgasıyım’da yer alan ‘Duvarda sazım’ adlı özgün bir şarkıyı seslendirmişti, şarkıyı ilk kez dinlememe rağmen adeta vurulmuştum. Ertesi gün ilk işim ‘Deniz’lerin dalgasıyım’ Albümünü almak oldu. Ardından tüm diğer albümlerini, plaklarını, kasetlerini, ona ait ne varsa toplamaya çalıştım…Ve böylelikle Selda, ara sıra, halen daha çok özlediğim, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ndeki o güzel üniversite yıllarımın fonunda yer aldı şarkıları ve varlığıyla…Kendisiyle, Unkapanı İMÇ’de Majör Müzikte ilk tanışmam da 2006 senesine denk gelir. O ne heyecandı ve Bağcan'ın samimiyeti, içtenliği, sanatına, diskografisine hakimiyeti ile nasıl da büyülenmiştim…Yeniden Selda Bağcan’ın müzikal kariyerine dönecek olursam, yalnızca albüme adını veren, Deniz Gezmiş için yakılmış bir ağıt olan ‘Deniz’lerin dalgasıyım’ın dışında ünlü halk ozanımız Aşık Mahsuni Şerif için de yakılmış bir ağıt, ‘Duvarda sazım’, ‘Batman’dan Diyarbekir’e’, ‘Düşen hep yerde mi kalır’ gibi özgün eserler, ‘Ah yalan Dünya’, ‘Adıyaman Türküsü’ gibi türkülerin de yer aldığı bu güzel albümü dört yıl sonra takip eden ‘Güvercinleri de vururlar’ Albümünden söz etmeliyim.
Bu albüm benim için çok önemlidir, çünkü bu albümle, çocukluğumdan beri sempati duyduğum Selda Bağcan’a olan büyük hayranlığım başlamıştır. Hiç unutmam, 2005 senesiydi, Bağcan, Hüsnü Şenlendirici’nin sunduğu bir programa konuk olmuştu. Her zaman olduğu gibi, Selda’yı görür görmez programa kilitlenmiştim. Bir süre sonra Selda Bağcan, son albümü ‘Deniz’lerin dalgasıyım’da yer alan ‘Duvarda sazım’ adlı özgün bir şarkıyı seslendirmişti, şarkıyı ilk kez dinlememe rağmen adeta vurulmuştum. Ertesi gün ilk işim ‘Deniz’lerin dalgasıyım’ Albümünü almak oldu. Ardından tüm diğer albümlerini, plaklarını, kasetlerini, ona ait ne varsa toplamaya çalıştım…Ve böylelikle Selda, ara sıra, halen daha çok özlediğim, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ndeki o güzel üniversite yıllarımın fonunda yer aldı şarkıları ve varlığıyla…Kendisiyle, Unkapanı İMÇ’de Majör Müzikte ilk tanışmam da 2006 senesine denk gelir. O ne heyecandı ve Bağcan'ın samimiyeti, içtenliği, sanatına, diskografisine hakimiyeti ile nasıl da büyülenmiştim…Yeniden Selda Bağcan’ın müzikal kariyerine dönecek olursam, yalnızca albüme adını veren, Deniz Gezmiş için yakılmış bir ağıt olan ‘Deniz’lerin dalgasıyım’ın dışında ünlü halk ozanımız Aşık Mahsuni Şerif için de yakılmış bir ağıt, ‘Duvarda sazım’, ‘Batman’dan Diyarbekir’e’, ‘Düşen hep yerde mi kalır’ gibi özgün eserler, ‘Ah yalan Dünya’, ‘Adıyaman Türküsü’ gibi türkülerin de yer aldığı bu güzel albümü dört yıl sonra takip eden ‘Güvercinleri de vururlar’ Albümünden söz etmeliyim.
Yazımın son bölümünde, sanatçının ülkemizde 1975 yılında LP,
1996 yılında ise ‘Türkülerimiz-2’ adında
c.d ve kaset olarak yayınlanan ilk albümünün 2006 yılında İngiltere’de
Finders keepers Şirketi tarafından yeniden cd ve LP olarak yayınlanmasıyla
başlayan ve 10 yıldır giderek artan, aslında başlı başına yeni bir yazıya konu
olabilecek, batılıların çılgınlık boyutundaki Selda Bağcan tutkusundan kısaca
bahsedeceğim. İşin özeti, internetin yaygınlaşması ve tüm dünya ülkelerine ait
müzik arşivlerinin daha kolay ulaşılablilir hale gelmesiyle, bize ait bir
değerin batılılar tarafından keşfedilmesidir. Selda’nın 70’li yıllarda, o dönem için bile oldukça sıradışı ve güçlü altyapılarla
seslendirdiği türküler, Avrupalıları adeta büyülemiştir. Bugün, ‘Türkiye’yi
müzik alanında yurt dışında en iyi hangi sanatçı temsil etmektedir?’diye
sorulsa, bu sorunun cevabı kesinlike Selda Bağcan'dır. Ne sevdiğim ve takdir ettiğim bir sanatçı
olan Tarkan, ne de oldukça koyu bir hayranı olduğum , çok sevdiğim Ajda Pekkan , Selda Bağcan'ın başarabildiğini başaramamışlardır. Selda
Bağcan’ı bu isimlerden ayıran en önemli özellik, tamamen bize ait ezgileri, bizim
dilimizde seslendirmesi ve bu türkülerle Avrupa halklarını etkilemeyi
başarmasıdır. -ki bu çok zor bir şeydir- Geçtiğimiz ay İspanya’nın Barcelona Kentinde düzenlenen Primavera
Festivali’nde 1000’lerce Avrupalı genci ‘Yaylalar’, ‘Yaz gazeteci yaz’, ‘Yuh yuh’ gibi Anadolu
insanının sözlere ve notalara döktüğü türkülerle coşturması, The Times’da
yayınlanan aralarında Edith Piaf, Maria Callas, Amalia Rodrigues gibi isimlerin
de yer aldığı ‘dünya müziğinde efsane 81 kadın şarkıcı’ listesinde Safiye Ayla
ile birlikte yer alan tek Türk şarkıcı olması, Elijah wood’un Selda’ya
olan hayranlığını dile getirerek, önünde saygıyla eğilmesi, ünlü Amerikalı rap
müzik sanatçısı Mos Def’in , Selda’nın 1975 senesinde seslendirdiği Aşık
Mahsuni Şerif türküsü ‘İnce ince bir kar yağar’ı, ‘Supermagic’ adlı şarkısının
fonunda kullanıp, milyonları büyülemesi, sanatçının ilk üç albümünün Avrupa’nın
bir çok, önde gelen müzik firmaları tarafından yeniden yayınlanması, Bağcan’ın sınırlarımızın ötesindeki
başarılarının sadece bir kaç tanesidir...
Selda Bağcan, profesyonel müzik hayatına başladığı 1971
yılından bu yana yüzlerce şarkı seslendirdi. 1000 yıllık halk türküleri de,
deyişler de , semahlar da, özgün protest eserler de, batı tarzı aranjmanlar da
aynı başarıyla, aynı samimiyetle onun sesinde hayat buldu. Karakterinin ana
unsuru olan ‘her türlü haksızlığa karşı durmak’ ilkesini şarkılarına, sesine
taşıdı. Her zaman kendi inandıklarını söyledi ve duruşunu hiç değiştirmedi,
sayısız yargılanmalara, hapislere ve yasaklara rağmen... Ne hümanizm maskesi
altında ‘Terör sempatizanlığı’ yaptı, ne de kendisine çıkar sağlamak için
duruşuna ters düşüp, iktidar partisine yaranmaya çalıştı. Teröre de, şiddete de
her zaman karşı bir tavır sergiledi, çünkü ona göre her şey ‘insanı sevmek’ ile
başlardı. (Her ne kadar hayvanları insanlardan daha çok sevdiğini itiraf etse
de ;) ) . Hiçbir zaman hiçbir partiye, hiçbir örgüte, hiçbir derneğe üye
olmadı, çünkü onun görüşleri hiçbir şablona sığmıyordu. Şehitlerimiz için de
ağıtlar yaktı, acımasızca katledilen Hrant Dink için de, Uğur Mumcu için de…
Bir mehmetçikle, bir gerillanın dağda karşılaşıp bir birlerini öldürememesini
konu alan ‘Ağladım anne’ ağıtı, onun
sesinden başka kimsenin sesinde bu denli samimi olamazdı bu yüzden…
Bu büyük sanatçının , son olarak, 1971’den bugüne en sevilen
eserlerinin arasından seçtiği 40 şarkının ilk yayınlandıkları versiyonlarından
oluşan’ 40 yılın 40 şarkısı’ adlı albümü, oldukça özenle hazırlanmış bir
kitapçık eşliğinde ikili cd ve LP olarak yayınladı. (bu noktada acizane küçük
bir eleştiri de yapayım, plak kaydı dijital ortamdan aktarılarak değil,
orijinal analog kayıtlardan yapılsaydı çok daha sevinirdim. J ) Albüm, eski
şarkılardan oluşmasına rağmen, aylarca ülkenin
en çok satan 10 albümü arasında yer aldı, çünkü bu albümü dinlemek adeta
Türkiye’nin son 40 yıl içerisindeki panoramasını izlemekle eş değerdeydi.
Bu
albümün ardından Bağcan, aynı konseptte dört tane albüm daha yapacağını ve
böylelikle toplam 200 şarkının yeniden piyasaya sunulacağını açıkladı. Benim
gönlüm ise, önceliğin, ‘Türkülerimiz-6’ nın yayınlandığı 2006 yılından bu yana
devamı gelmeyen ‘Türkülerimiz’ serisine verilmesi ve bir an önce ülkenin her evine
girmesinin gerekli olduğunu düşündüğüm, bu 10 albümlük muhteşem, hazine
değerindeki serinin tamamlanması.
İşte benim acizane kalemimden, çok sevdiğim, bende çok özel
bir yeri olan, 45 yılı aşkın süredir bu topraklarda, bu topraklardaki insanların acılarını,
sevinçlerini dile getiren büyük sanatçı
Selda Bağcan… Son olarak şunu söylemek isterim ki Selda Bağcan iyi ki bu ülkede
doğmuş, iyi ki bu ülkenin müziğini söylemiş ve iyi ki ben onunla aynı topraklarda
dünyaya gelmiş ve onunla aynı dönemde yaşama şansına sahip olmuşum. Daha nice
40 senelere Sevgili Selda Bağcan…
Müzik ve sevgi dolu günler dilerim hepinize...
Sevgili Berk,Ellerine,emeğine sağlık.Kutlarım.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim Evranos Amca'cım, beğenmenize gerçekten çok sevindim. En içten sevgilerimle.
SilÖyle güzel anlatmışsın ki, Selda Bağcan'ı hiç tanımaya biri bile bu yazıyı okuduktan sonra ona hayran olur.
YanıtlaSilBeril'cim ne mutlu böyle düşünmen.Çok teşekkür ederim. Sonsuz sevgilerimle.
SilSevgili Berk Selda Hanım da Çok Sevecek Emegine Saglık
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim Ramazan'cım, buna inan çok mutlu olurum. Sevgilerimle.
SilAğzınıza sağlık bu güzel anlatmanın insanı gururlandırıyor Sayenizde bir kez daha hayran kaldım Selda hanıma hele son sözleriniz gurur verici yaşamınız boyunca ikinizinde yolunuzda hiçbir zorluk çekmeden devam etmenizi diliyorum rabbimden
YanıtlaSilBu güzel yorumunuzla ve güzel dileklerinizle beni çok duygulandırdınız Ömer Bey. Dilerim, sizin de tüm ömrünüz sağlıkla ve mutlulukla geçsin. En içten sevgilerimle.
SilEmeğine sağlık saygılar sunarım
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim Erdem Bey. Saygılar.
SilBahsedilen kazanın karşı tarafının akrabalarımız olduğunu şuan öğrendim Allah rahmet eylesin iyi insanlarmış fakat ölen kişinin ardından böyle bir haber hoş olmamış. İyi günler dilerim.
YanıtlaSil