28 Haziran 2018 Perşembe

Dünün Vidos Köyü'nden, Bugün İstanbul'un En Küçük İlçesi Güngören'e...


 İstanbul’un Avrupa yakasında yer alan Güngören İlçesi, yüzölçümü açısından İstanbul’un en küçük ilçesidir. Buna karşın, ilçenin nüfus yoğunluğu oldukça yüksektir. Esenler, Bağcılar, Zeytinburnu ve Bahçelievler İlçeleriyle komşu olan Güngören, İstanbul’un denize kıyısı olmayan ilçelerinden birisidir.

Bugün Güngören İlçesi’nin kapladığı alanda 1950’li yılların sonları, 1960’lı yılların başlarındaki Anadolu’dan İstanbul’a olan ilk büyük göç dalgasına kadar, bugünkü ilçe merkezi Köyiçi Mevkii’ne denk gelen bölgede Vidos adındaki küçük bir köy dışında hiçbir yerleşim yoktu. Bugünkü Güngören İlçesi’nin geri kalan kısmı Merter Çiftliği, Haznedar Çiftliği, Emlak Çiftliği  gibi çiftliklerle, boş arsalarla, çayırlarla, ormanlarla, bağlarla ve bu bölgenin doğal tatlı sularıyla beslenen koyu renk toprağında, ülkenin  en lezzetli bamyalarının yetiştiği bostanlarla kaplıydı.


Bizans Döneminden beri Vidos adında küçük bir Rum köyünün yer aldığı bu bölgede inşa edilen ilk önemli eserler; Avcılığa oldukça meraklı olan ve bu bölgede avlanmaya gelen Sultan Genç Osman tarafından yaptırılan cami, hamam, av köşkü ve çeşmelerdir. Bu yapılar arasında bugüne sadece Genç Osman Camii ve caminin hemen yanındaki iki çeşmeden teki gelebilmiştir. Bu bölgedeki tek yerleşim olan Vidos Köyü  ise Osmanlı Dönemi boyunca küçük bir Rum Köyü olarak kalmış, 19 yy. da yoğun bir Bulgar nüfusunu da barındırmıştır.  Osmanlı İstanbul’unda Vidos çayırları, doğal kaynak suları, dereleri, ormanları ve meşhur bamyasıyla İstanbul halkının mesire yeri olarak kullandığı bir bölgedir. Ayrıca Samatya ve Yenikapı’nın yemenici esnafı da, dokudukları yemenileri padişahtan aldıkları izinle suyu bol olan Vidos’ta yıkarlar. Bugün de Türkiye’nin tekstil ve konfeksiyon merkezi olan Merter’i sınırları içerisinde barındıran Güngören’in tekstille olan ilişkisi bir nevi taa o yıllarda başlamıştır.

Vidos’un etnik yapısı cumhuriyetin ilanından sonra değişmiş, Rumların ve Bulgarların yerlerini Türkler almıştır. 1939 Senesinde ismi Güngören olarak değiştirilen köy, 1950’li yılların sonlarındaki Anadolu’dan gelen ilk göç dalgasına dek halkının tarımla uğraştığı küçük bir köy görünümünü korumayı başarmıştır. Bu dönemden itibaren ise bölgenin nüfusu giderek artmış, boş arsalar, yeşil alanlar beton binalarla kaplanmış, dereler yer altına alınmış veya kurumuş, bağların ve bamya bostanlarının üzerinde mahalleler ve fabrikalar kurulmuş, Haznedar ve Merter Çiftlikleri aynı adları taşıyan birer yerleşim alanına dönüşmüş ve 1980’li yılların sonlarına  gelindiğinde Güngören ve civarı neredeyse hiç boş arsanın kalmadığı, betona teslim olmuş, çarpık yapılaşmanın rahatlıkla gözlemlendiği kalabalık bir bölge halini almıştır.

Bu kalabalıklaşmanın sonucu olarak o tarihe dek Bakırköy İlçesi’ne bağlı olan Güngören, 1992 yılında Bakırköy’den ayrılarak ilçe statüsüne getirilmiştir.


Bugün Merter, Haznedar, Tozkoparan gibi İstanbul’un önemli semtlerini de sınırları içerisinde barındıran Güngören,  iş merkezleri, tekstil atölyeleri ve sanayi kuruluşları dolayısıyla özellikle gündüz nüfusunun oldukça yüksek olduğu, İstanbul’un önemli ulaşım arterlerinin yakınında, merkezi bir konumda kurulu, yazımın başında belirttiğim gibi yüzölçümü açısından küçük fakat, nüfus yoğunluğu açısından oldukça kalabalık bir İstanbul İlçesidir.
İlçenin büyük bir bölümünün çok uzun bir yerleşim tarihi olmamasından ve küçük bir ilçe olmasından dolayı, Güngören’de çok fazla tarihi eser bulunmamakta.. İlçede, bugüne gelebilen en önemli tarihi eserler 1618-1622 yıllarında Sultan Genç Osman tarafından yaptırılan köyiçi Mevkii’ndeki Genç Osman Camii, camiyle aynı dönemde yaptırılan caminin önündeki çeşme, caminin avlu duvarının doğu dış cephesinde yer alan, hayrat olarak yaptırılan ve yapım tarihi bilinmeyen bir diğer çeşme, ilçenin Esenler ve Bağcılar İlçeleriyle olan sınırında Üçyüzlü Semti’nde yer alan Ferhatağa Çeşmesi( Üçyüzlü Çeşme) ve Merter’de yer alan su terazisidir.

Bu tarihi eserleri, çektiğim fotoğraflar ve haklarında kısa bilgilerle sizler için derledim. Dilerim, keyif alarak okursunuz.

-Genç Osman Camii:

İlçenin merkezinde, Güngören Köyiçi olarak anılan mevkiide yer alır. Sultan Genç Osman, avcılığa oldukça meraklı bir padişahtır. Avlanmak için sık sık, o dönem hiçbir yerleşimin olmadığı, ormanlar, bağlar ve bahçelerle dolu bugünün Güngören Semti’ne gelir. Bu dönemde (1618-1622) buraya bir cami inşa ettirir.

Genç Osman, bu caminin yanı sıra, caminin üst tarafına bir av köşkü, cami ile köşkün arasına bir hamam, caminin kıble yönünde ön cephesine ise iki adet çeşme  yaptırır. Bu eserlerden günümüze sadece bu cami ve önündeki iki çeşmeden teki ulaşabilmiştir.


1622’de Genç Osman’ın yeniçeriler tarafından şehit edildikten sonra top atışlarına maruz kalan cami harabeye dönmüş ve uzun yüzyıllar boyunca Vidos adındaki bu küçük Rum Köyü’nün yakınında, bakımsızlıktan kaderine terk edilmiştir taa ki 200 yıl sonrasına, 19 yy.a dek. 19 yy.ın ortalarına doğru, çayırlarıyla meşhur Vidos’ta keçilerini otlatan Ahıskalı Aşir Hoca, bu cami harabesiyle karşılaşınca vakıf idaresine başvurur, camiyi yeniden ihya etmek için görevlendirilir ve kısa sürede büyük çabalarla camiyi yeniden kullanılabilir hale getirir. Geçtiğimiz yıllarda restore edilen cami bugün Güngören’in en önemli tarihi eserlerinden birisidir. Ayrıca, Surdışında yer alan tek padişah camii olarak hayli özel bir konuma sahiptir.


-Genç Osman Camii Çeşmesi:


Güngören Köyiçi’nde Genç Osman Camii’nin kıble yönündeki avlu duvarının dış cepesinde yer alan bu çeşme, camiyle beraber 1618-1622 yılları arasında yaptırılmıştır. Köyiçi’nin batı yamaçlarından fışkıran doğal membaa sularıyla beslenen, kesme taştan yapılmış, 16 yy. klasik Osmanlı çeşme mimarisinin güel bir örneği olan  bu çeşmenin en büyük özelliği yıllarca, kış mevsiminde sıcak, yaz mevsiminde ise buz gibi su akıtmasıdır. Ne yazık ki çeşmeyi besleyen membaa sularının kaynaklarının üzerine daha sonraki yıllarda binalar inşa edilmiş ve çeşmenin suyu kesilmiştir. Yakın bir tarihte onarılan ve bakımlı bir görüntüye kavuşturulan çeşmenin ne yazık ki bugünde suyu akmamaktadır.


-Genç Osman Camii Hayrat Çeşmesi:


Genç Osman Camii’nin doğu yönünde ne yazık ki suyu akmayan bir çeşme daha bulunmaktadır. Hayrat olarak yaptırılan çeşmenin ne yazık ki banisi (yaptıran) ve yapım yılı bilinmemektedir.

     - Ferhat Ağa Çeşmesi (Üçyüzlü Çeşme)
  Güngören’in Esenler ve Bağcılar İlçeleriyle kesiştiği sınır noktasında yer alır. Çeşmenin adını verdiği Üçyüzlü Semti  Esenler İlçesi sınırları içerisinde kalsa da, çeşme Güngören İlçe sınırları içerisine denk düşmektedir.

1591-1596 Yılları arasında Ferhat Ağa tarafından yaptırılan kare planlı çeşmenin tek cephesi cami duvarına bitişiktir. Yapının  geri kalan üç cephesi de çeşme olarak yapıldığından halk çeşmeye Üçyüzlü Çeşme adını vermiş ve çeşmenin bulunduğu bölge, yanıbaşındaki metro istasyonu ve bu bölgeden Esenler’e doğru uzanan  semt de bu adla anılmıştır.

Tüm yüzeyleri küfeki taşıyla kaplı olan çeşmenin ana cephesinin ayna taşı kaş kemer, diğer iki yüzündeki ayna taşları ise sivri kemer ile çevrelenmiştir.

Günümüzde, Üçyüzlü Çeşme Camii’nin altında yer alan ve yakın zamana dek hayli bakımsız olup, önü satış tezgahlarıyla kapalı olan çeşme kısa süre önce restore edilmiştir. Suyu akmaktadır.


  
                             -Merter Su Terazisi



      Adını bir zamanlar bu bölgede yer alan Ahmet Merter Çiftliği’nden alan Merter Semti’nde,       Metropol Center’ın bahçesinde yer alır. Osmanlı Dönemi İstanbulu’nun en eski ve en uzun su yolu olan, Tarihi Yarımada’ya su taşıyan Halkalı Su Yolları üzerinde, suyun basıncını ayarlamak ve dağıtımını sağlamak için inşa edilen birçok su terazisinden birisidir. Bu terazinin, emin olamamakla beraber, kaynağını Bayrampaşa’daki Ali Paşa Su Kemeri yakınından alan ve Mevlanakapı’dan Suriçi’ne giren Halkalı Su Yolları’na ait Turunçluk Suyu üzerinde olduğunu düşünüyorum.
Deniz düzeyinden 18m. yükseklikteki bir konumda yer alan ve  kesme taştan yapılmış olan bu değerli su yapısının tam olarak yapım yılı bilinmemekle beraber 500 yaşına yakın olduğu tahmin edilmektedir.

Kaynakça: Güngören Kaymakamlığı, Genç Osman Vakfı, eskiistanbul.net

21 Haziran 2018 Perşembe

Kadıköy'de İsmi Unutulmaya Yüz Tutmuş Bir Eski Semt; İbrahimağa


 
Kadıköy’de İbrahimağa adında bir semt vardır, adı unutulmaya yüz tutmuştur. Bu konuda  Mısırlıoğlu, İkbaliye, Yıldızbakkal, Cevizlik gibi isimleri git gide daha az kullanılan, bugün birçok Kadıköylünün bile neresi olduklarını bilmedikleri Kadıköy  semtleriyle az çok aynı kaderi paylaşır İbrahimağa. Ne var ki,  bu saydığım Kadıköy  semtlerine göre bir nebze daha şanslıdır. Çünkü semte adını veren İbrahimağa Camii dolayısıyla bu isim halen daha  anılmaktadır.

Dün, Üsküdar  Karacaahmet’teki , bir zamanlar var olan  Miskinler Tekkesi’nin önünde bulunan, Hafız İsa Ağa’nın Üsküdar’da yaptırdığı üç çeşmeden birisi olan Miskinler Tekkesi Çeşmesi’ni fotoğraflamak için Söğütlüçeşme’den Üsküdar’a doğru yol alırken  bu küçük semte de uğradım, sokaklarında gezindim, insanlarıyla sohbet ettim ve fotoğraflar çektim.

İbrahimağa, İdari olarak Kadıköy’ün Koşuyolu Mahallesi sınırları içerisine dahil. Konum olarak ise kabaca, Ayrılıkçeşmesi, Acıbadem Yıldızbakkal, Koşuyolu, Haydarpaşa ve Karacaahmet’in arasında kalan küçük bir alanın üzerinde kurulu olduğunu söyleyebiliriz.

 
İbrahimağa Semti’ne adını veren İbrahimağa, Sultan 3. Murad Dönemi’nin(16 yy. sonları) Babüssaade ağasıdır. 1588 Yılında, o zamanlar gürül gürül akan, bugün ise tamamı yeraltına alınmış olan ve Kadıköy Rıhtım’daki minibüs duraklarının altından cılız bir şekilde denize karışan Haydarpaşa Deresi’nin yanında, Haydarpaşa Çayırı üzerinde bir cami ve külliye yaptırır. Bir süre Kadiri Tekkesi olarak kullanılan bu alan, Sultan 1.Mahmut Dönemi’nde yeniden camiye dönüştürülür. Caminin bulunduğu alan, -hatta yanından akan Haydarpaşa Deresi bile- bir süre sonra İbrahimağa’nın adını taşımaya başlar. İbrahimağa'nın kabri de bu caminin avlusunda yer almaktadır.
 
 
 
430 yaşındaki bu cami ve kendisiyle yaşıt olan çeşme İbrahimağa Semti’nde bugüne gelebilmiş  önemli tarihi eserler olarak karşımıza çıkmakta. Osmanlı Dönemi’nde hacca gidenlerin  Haydarpaşa Çayırı’nda toplandıktan sonra birlikte namaz kıldıkları; Çatısı ahşap, minaresi tuğla, duvarları ise kagir olan bu caminin küçük, özgün minaresine ilaveten, yakın sayılabilecek bir dönemde oldukça uzun ikinci bir minare eklenmiş . Cami , bu haliyle hayli ilginç bir görüntü sergilemekte.

 
Caminin hemen yanında yer alan İbrahimağa Çeşmesi ise, uzun yıllar bir tamirhanenin içerisinde kaldığından ne yazık ki bazı mimari özelliklerini kaybetmiş, bakımsız ve akmaz bir şekilde adeta bir utanç gibi insanın yüzüne çarpıyor. 
Tüm Kadıköy’ün en eski çeşmelerinden birisi olan bu güzel, değerli çeşmenin bugün bu halde olması gerçekten çok üzücü.

 
Caminin, İbrahimağa Camii Sokak’a paralel avlu duvarının dış cephesine ise 2001 yılında Hacı Halil Türkkan tarafından, merhume annesi Fatma Hanım’ın hayrına yaptırılmış bir diğer çeşme bulunuyor.
 
 
Tarihi bir çeşme olmasa da, çevresine kattığı güzellik ve içilebilir suyunun akar olması bugün keşfettiğim bu çeşmeyi benim gözümde çok değerli kılmakta.

 
Çoğunluğu bakımsız kalmış, ahşap evlerle süslü birkaç sokaktan ibaret bu küçük mahallenin sokaklarında gezinirken en fazla  hoşuma giden şey ise mahalle kültürünün halen daha devam ediyor olması ve insanlarının sıcak kanlılığı oldu. İbrahimağa Camii’nin önünde sohbet ettiğim Şükriye Teyze ile bir arka sokakta, evlerinin önüne sandalye atıp oturan ve mahalleyi fotoğrafladığımı görünce beni  sohbetlerine davet edip, bir de meşrubat ısmarlayan gençlerle sohbet ederken bir kez daha karşılaştım. Belki zengin   değil, hatta Kadıköy geneline göre kıyaslarsak yoksul ve bakımsız sayılabilecek bir mahalle İbrahimağa ve elbette ki İstanbul’un yaşadığı olumsuz değişimlerden kendi payına düşeni de almış bir mahalle, ancak bu mahallede herkes birbirini tanıyor, komşuluk ilişkileri devam ediyor, ahşap evlerin pencerelerinden halen daha sepetler sarkıtılıyor.
Kadıköy’ün göbeğinde, bu denli merkezi bir noktada yer almasına karşın halen yıllar öncesinden bir şeyler saklamayı başarmış bir mahalle İbrahimağa. Bu yüzden olsa gerek ki, mahallelilere samimi sohbetleri  ve ikramları için teşekkür edip, yeniden uğrayacağıma, hatta önümüzdeki aylarda yayınlamayı dilediğim Kadıköy’ün çeşmeleri ve diğer su yapılarına ilişkin kitaptan hediye edeceğime dair söz verip, üzerinde yaşadığımız eşsiz şehrin bize sunduğu diğer güzellikleri, diğer dünyaları keşfetmek  için İbrahimağa’dan ayrılıp Üsküdar’a doğru yol alırken içimde tuhaf bir mutluluk ve ruhumu saran bir huzur duygusu bana yol boyunca eşlik etti…
Semte ilişkin çektiğim diğer fotoğraflar aşağıda yer almaktadır.