8 Ekim 2019 Salı

İstanbul'u Kana Bulayan Bir Aşk Öyküsü ya da 1959 Sirkeci Faciası



Epey zaman öne haberdar olduğum, çok ilgimi çeken , ancak her nedense bir türlü kaleme alma fırsatımın olmadığı, üzerindeki sır perdesini 30 yılı aşkın bir süre korumuş, bir dönem İstanbul, hatta Türkiye gündemini en fazla meşgul eden çok acı bir olayın, gerçek bir facianın öyküsünü paylaşacağım şimdi sizlerle.
Mekanımız yine İstanbul, hatta İstanbul’un tabiri caizse tam anlamıyla göbeği, en işlek, en merkezi ve en eski semtlerinden birisi; Sirkeci. Bu kez Osmanlı Dönemi’ne dek uzanmayacağız, nispeten daha yakın bir tarihte, Cumhuriyet dönemindeyiz, yıl ise 1959…
Sirkeci, o yıllarda da şimdi olduğu gibi İstanbul’un gündüz nüfusu en yüksek, birçok önemli güzergahın üzerinde bulunan, birçok önemli iş yerinin bulunduğu, şehrin ticari anlamda kalbinin attığı çok merkezi bir semttir. Hatta, o yıllarda Sirkeci’nin bugünkünden çok daha canlı, İstanbul’un şimdiye nazaran çok daha ön planda olan bir semti olduğunu söyleyebiliriz.
6 Ocak 1959 Salı günü de Sirkeci’de sıradan bir iş günü gibi başlar. Esnaflar, dükkanlarını açmışlar, sabah çaylarını yudumlamakta, üniversiteliler çevredeki kitapçılardan alışveriş yapmakta ya da okullarına yetişmeye çalışmakta, kimi mutlu, kimi mutsuz 1000’lerce insan akıllarında türlü düşüncelerle, hayat gailesi içerisinde kalabalık Sirkeci sokaklarında oradan oraya koşuşturmaktadır. Ne var ki, saatler tam 10:23’ü gösterdiğinde korkunç bir patlama sesiyle Sirkeci’de yer yerinden oynar. İstanbul’un, top sesleriyle titrediği 1453 yılındaki fetih gününden 1959’a uzanan 500 yılı aşkın süre boyunca bu denli güçlü bir patlama sesine şahit olmadığını dile getirecektir birçok kimse… Kimse ne olduğunu tam olarak anlayamamıştır, ansızın korkunç bir gürültüyle bir patlama gerçekleşmiş, birçok bina yerle bir olmuş, 100 ‘ün üzerinde insan çöken binaların altında kalmıştır. Sirkeci, bir savaş alanına dönmüş, her tarafa parçalanmış bedenler saçılmıştır. Çığlıklar ve acı dolu inleme sesleri bir birine karışmaktadır.

Korkunç patlamanın sonucu İstanbul’un en ünlü ve en eski otellerinden Meserret Oteli büyük hasar görmüş, Viyana Oteli, önemli iş hanlarından Neyyir Han, Tan Matbaası, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin kitaplarını aldıkları Üniversite Kitabevi ve daha birçok bina, han ve dükkan tamamen yıkılmış ya da kullanılamayacak hale gelmiştir. Olay esnasında, oradan geçmekte olan 28 no’lu Fatih-Beşiktaş Otobüsünün üzerine bir bina devrilmiş, otobüs enkaz altında kalmıştır. Olayın ardından, ambulanslar Sirkeci’ye ulaşmışlar ve yaralıları hastaneye yetiştirmeye, enkaz altındaki insanlara ulaşmaya çalışmışlardır. Birkaç gün içerisinde açıklanan bilanço korkunçtur, 50’den fazla insan hayatını kaybetmiş, 100’lerce insan yaralanmış ve o dönemin parasıyla 10 milyonluk bir zarar oluşmuştur.  Dönemin cumhurbaşkanı Adnan Menderes ve eski cumhurbaşkanı Celal Bayar, olay yerini ziyaret etmiş, acılı aileleri teselli etmeye çalışmışlar, 7 ocak 1959 günü TBMM’de İstanbul’da hayatlarını kaybedenler için saygı duruşu yapılmıştır. O sırada bir konser için İstanbul’da bulunan dünyaca ünlü şarkıcı ve dansçı Josephine Baker, patlamada ebeveynlerini kaybeden çocuklardan birisini evlat edinmek ve kazada hayatlarını kaybedenlerin ailelerine 1000’er lira yardım etmek ister,
ancak bürokratik sebeplerden ötürü bu gerçekleşemez.
Korkunç facianın hemen ardından polis olay yerinde incelemelere başlar ve patlamanın sebebini tespit etmeye çalışır. İlk başlarda, bomba ihtimali üzerinde durulur. Ancak, ertesi gün çevrede dinamit lokumları bulunmasının ardından patlamanın dinamit kaynaklı olduğu ve patlamaya neden olan 300 kg kadar dinamitin, patlamanın gerçekleştiği Ankara Caddesi ile Ebussuud Caddesi’nin köşesindeki Neyyir Han’da istiflenmiş olduğu saptanır. Dinamitler, bu iş hanında bulunan Kumla Maden LTD ŞTİ’ne aittir ve bir ay kadar önce iş hanına getirilerek, daha sonra Bursa Gemlik’te maden çıkartmak için kullanılmak üzere, hanın deposunda istiflenmiştir.

Patlamanın kaynağı bir gün kadar kısa bir sürede anlaşılmıştır. Fakat, patlamaya neyin sebep olduğu bir türlü çözülemese de tüm uzmanların hemfikir oldukları tek bir nokta vardır, o da bu dinamitlerin hiçbir şekilde kendiliğinden patlayamayacakları, ancak kasıtlı bir şekilde patlatılmış olduklarıdır. Bunun üzerine polis, Kumlu Maden LTD Şirketinin sahibi Mustafa Atik’e ulaşmaya çalışır. Ne var ki, Atik olay gününün ardından karısı ve çocuklarıyla birlikte yaşadığı Beşiktaş’taki evine hiç uğramamıştır ve ailesi onun hayatını kaybetmiş olmasından şüphelenmektedir. Nitekim, iki gün sonra Atik’in parçalanmış ve tanınmayacak haldeki cansız bedeni enkazın altından çıkartılır.
Şirketin genel müdürü ve hissedarı olan ve olay anında İzmir’de bulunan Hasan Fehmi Moralı’nın ifadesine başvurulur. Moralı da, dinamitlerin neden patladığı hakkında bilgi sahibi olmadığını, ancak mutlaka bir kasıt olduğunu, bu dinamitlerin hiçbir nedenle kendiliğinden patlayamayacaklarını belirtir.
Aynı günlerde, enkaz altından çıkartılan cesetlerin kimlik saptaması yapılmaya devam etmektedir. Bir anda, olayın seyrini değiştiren bir gelişme yaşanır. Şirketin sahibi Mustafa Atik ile birlikte aynı enkazın altında, yan yana bulunan iki cansız kadın bedeninden bir tanesi, hali hazırda şirkette katip olarak çalışan Tahsin Bal’ın ablası Feriha Bal’a, diğeri ise annesi Saime Bal’a aittir. Feriha Bal da bir süre, bu şirkette sekreter olarak çalışmış, daha sonra ayrılmış ve yerine tavsiyesi üzerine erkek kardeşi Tahsin Bal alınmıştır. Polis, yaptığı soruşturma kapsamında Feriha Bal’ın çalıştığı dönemde şirketin sahibi Mustafa Atik ile metres hayatı yaşadığı, ilişkileri başladıktan sonra şirketten ayrıldığı ve ilişkilerinin halen devam ettiği bilgisine ulaşır.
Feriha Bal’ın annesiyle birlikte kiracı olarak yaşadığı Sultanahmet, Su terazisi Sokak’taki evin sahibi de, Bal’ın yakın çevresi de bu ilişkiyi doğrulamaktadır. Hatta, Feriha’nın son aylarda sevgilisi Mustafa Atik’e karısından boşanıp, kendisiyle evlenmesi için baskı yaptığı, Atik’in ise ne Feriha’dan vazgeçmek, ne de karısından boşanmak niyetinde olmadığı, bu sebepten sık sık tartıştıkları, bu şiddetli tartışmalara çoğu kez Feriha Bal’ın annesi Saime Bal’ın da müdahil olduğu bilgisine ulaşılır. Polis ve gazeteciler Mustafa Atik’in eşi Melek Atik ile konuşmak ister ancak Atik,
‘’Zaten acılarının kendilerine yettiğini, konuyla ilgili hiçbir bilgisinin olmadığını’’ dile getirir.
Giderek magazinsel bir hal almaya başlayan ve aylarca İstanbul Gündeminden düşmeyen bu facianın kuşku uyandıran ve merakları üzerine çeken bir başka ismi ise patlama esnasında, iş yerinden 10-15 dakikalık bir mesafede bulunan ve olaydan hiç yara almadan kurtulan Feriha Bal’ın erkek kardeşi ve şirketin katibi 23 yaşındaki Tahsin Bal’dır. Aslında, ilk günlerden beri Tahsin, şüpheliler listesinin başlarında yer almaktadır. Patlama esnasında annesi ve ablasının iş hanında bulunduklarını bildiği halde, hastanelere ve polise başvurmayıp, akşam gayet sakin bir şekilde evine dönen, annesi ve ablasının cenazesinde hayli soğukkanlı davranan ve fotoğraflarını çekmek isteyen gazetecilere yüzünü saklamaya çalışan Tahsin Bal, birçok kez polis tarafından sorgulanmış, göz altında tutulmuş ancak hiçbir somut delil olmamasından dolayı serbest bırakılmıştır.
Ayrıca Tahsin Bal, polise verdiği ifadesinde ‘’Değil insan öldürmek, hayatı boyunca tavuk bile kesmediğini, aynı anda hem annesini, hem de ablasını kaybetmenin acısı bir yana, işini de kaybettiğini, maddi ve manevi zarar içerisinde olduğunu’’ söylemiştir. Olay tam olarak aydınlanamamıştır, ancak birçok kimse dinamitleri hararetli bir tartışma esnasında şirketin sahibi Mustafa Atik’in ya da kızgın sevgilisi Feriha Bal’ın patlattığını düşünmektedir.
Aradan günler, aylar, yıllar geçer ve bu korkunç facia da zaman içerisinde gündemden düşer ve unutulur. Ölenler ölmüş, sevdiklerini, ailelerini kaybedenler yaralarını sarmaya, acılarını dindirmeye çalışarak, bir şekilde sürüp giden hayata tutunmaya çalışmışlar ve Sirkeci Faciası da birçok acı olay gibi ardından giderek silikleşen bir iz bırakarak tarihin karanlık sayfalarına gömülür…
Taa ki, 1990’lı yılların başında bir gün Tahsin Bal, olayın üzerinden 30 yılı aşkın bir süre geçtikten sonra ortaya çıkıp şu açıklamayı yapana kadar: ‘’Bu vicdan azabıyla ölmek istemiyorum. Ablam Feriha’nın evli olan patronuyla gönül ilişkisi vardı. Annem de bu ilişkiye göz yumuyor, Feriha ile birlikte patronuma karısından boşanıp, onunla evlenmesi için baskı yapıyordu. Olay günü de ikisi birlikte patronumla konuşmaya geldiler. Onlar gelince, patronum beni postaneye, telgraf atmam için gönderdi. Canıma tak etmişti. Aşağıya indim, ilk önce dinamitlerin üzerlerini çöplerle iyicene örttüm, bu şekilde ateşin çöplerden dinamitlere kadar ulaşacağı süre zarfında olay yerinden uzaklaşacaktım. Nitekim, öyle de oldu. Kibriti çakıp çöplerin üzerine attım ve oradan uzaklaştım, 10 dakika kadar sonra korkunç patlama sesini duydum. Amacım sadece annemi, ablamı ve patronumu cezalandırmaktı. 10’larca insanın ölümüne sebep olduğum için yıllardır vicdan azabıyla yaşıyorum ve kendimi affetmiyorum.’’
Ne var ki olayın üzerinden 30 seneden fazla zaman geçtiği için hukuken, suç müruruzamana (zaman aşımı) uğramıştır ve Tahsin Bal hiçbir ceza almaz.
Faydalandığım kaynaklar: Milliyet Gazete Arşivi, http://lcivelekoglu.blogspot.com/,  Sözcü Gazetesi Can Mumay, Takvim Gazetesi Tayfun Er.