19 Ağustos 2019 Pazartesi

Gözcülerin tepesi; Göztepe ve İmanlarından şüphe edilmeyenlerin köyü Merdivenköy


Göztepe ve Merdivenköy, İstanbul’un Anadolu Yakasında, Kadıköy İlçesine bağlı, birbirlerine komşu iki mahalledir. Göztepe, Merdivenköy’e nazaran çok daha geniş bir alana yayılmıştır ve Çamlıca’nın eteklerinde kurulu, bir zamanlar kaynak sularıyla ünlü Libadiye’den neredeyse Marmara Denizi'ne kadar uzanır.  Hatta, kuzeyde E-5 Karayolunun yukarısında bulunan küçük bir kısmı Kadıköy’e sığmayıp Üsküdar ve Ataşehir ‘e taşar.
Bu iki semtin tarihleri Bizans Dönemine dek uzanır. Çamlıca Tepesi ve Kayış Dağı gibi Anadolu Yakasının önemli yükseltilerine yakın bir noktada ve çevresine göre kendisi de yüksek sayılabilecek bir rakımda yer alan Göztepe’de, o yıllarda bir yerleşim olmasa da bir kadınlar manastırı olduğu bilinmektedir. Bizans Döneminde Aya Mamanos ( Kutsal anneler) olarak bilinen bugünkü Merdivenköy’de ise İmparator 3.Andronikos’a ait bir av köşkü vardır. 14.yy’ın başından itibaren , Osmanlı İmparatorluğu sınırlarını giderek İstanbul’a yakınlaştırmaktadır. Kocaeli Yarımadası’nın büyük bir kısmı Türklerin eline geçmiş, 1328’de, bugün sırasıyla Sultanbeyli ve Sancaktepe Sınırları içerisinde kalan Aydos ve Samandıra Kaleleri, 1329 yılında Maltepe ve civarı, 1331’de İçerenköy, 1352’de Üsküdar, 1353 yılında ise Kadıköy fethedilecektir. Bugünkü Göztepe ve Merdivenköy Semtlerinin Osmanlıyla tanışması ise Maltepe (Pelekanon) Savaşının gerçekleştiği 1329 yılına denk düşer. Bu savaştan yenik ayrılan Bizans İmparatoru 3.Andronikos, bir barış antlaşması imzalamak için Osmanlı Padişahı Orhan Gazi ile Göztepe’deki av köşkünde bir araya gelir. Orhan Gazi, barış şartı olarak bu köşkün kendilerine verilmesini ve buraya bir tekke yapılmasını koşar. 3.Andronikos, bu teklifi kabul eder ve bu av köşkünün yerine bir Ahi Tekkesi inşa edilir. Bizans Döneminde av köşkü, 1329’dan sonra ise tekke olarak kullanılan bu yapı bugün Göztepe ile Merdivenköy arasında bulunan Şahkulu Sultan Dergahı’dır.
Tekkeye, ’savaşcı derviş’ anlamına gelen ‘alperen’ olarak da anılan dervişler yerleştirilir. Bu dervişlerin en önemli görevleri, konumca yüksek olan bu bölgeden, halen Bizans egemenliği altında olan İstanbul’u izlemektir. Bu dervişlere Gözcü Babalar, gözetlemenin yapıldığı ve tekkenin bulunduğu bu tepe ve civarına ise Göztepe denilmeye başlanır.  Ne var ki, 1402 yılında Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid’in Ankara Savaşı’nda Moğol Hükümdarı Timur’a yenilmesinin ardından ortaya çıkan buhran döneminden istifade eden Bizans İmparatorluğu, bölgede kontrolü yeniden ele alır, tekkeyi kapatır ve tüm dervişleri öldürür. Gözcü Baba, Mah Baba ve Gül Baba gibi, ne yazık ki İstanbul’un fethini göremeden şehit edilen bu dervişler tekkenin civarına defnedilirler.


Bugün Gözcü Baba’nın ve birkaç dervişin kabri, Göztepe’nin Gözcübaba olarak anılan bölgesinde, Hızır Reis Sokak’ta yer alır. Servi ağaçlarıyla çevrili ve çok küçük bir bostanın da bulunduğu Gözcü Baba Türbesi, insanın ruhuna huzur veren, Kadıköy’ün manevi havasını en fazla hissedebileceğiniz köşelerinden birisidir.



Mah Baba ve Gül Baba ise Gözcü Baba’ya nazaran tekkeye biraz daha yakın bir noktaya defnedilmişlerdir.





Göztepe’nin yeniden Osmanlı kontrolüne geçmesiyle birlikte tekke, bu kez bir Bektaşi tekkesi olarak yeniden faal olur ve günümüze kadar ulaşır. Şahkulu Sultan Dergahı adındaki bu dergah, günümüzde de halen Alevi-Bektaşi Kültürünün yaşatıldığı önemli bir merkezdir.



ve aynı zamanda da iki adet çeşme



ve iki adet su terazisi olmak üzere tarihi su yapılarına da ev sahipliği yapmaktadır.





Merdivenköy’de yerleşimin başlaması da bu tekkeyle ilişkilidir. Tekkeye sık sık giden Bektaşiler, 15.yydan itibaren tekkenin civarına yerleşmeye başlarlar ve böylelikle tekkenin çevresinde küçük bir köy kurulur. Halkının daha çok mandıracılıkla uğraştığı, sarayın süt ürünlerinin bir bölümünü karşıladığı bu köyün Osmanlı Dönemindeki ilk ismi Mandıra Köyü olur. Mandıralar, sadece Merdivenköy’de değil, bu köyün batı komşusu Fikirtepe’de de mevcuttur. Günümüzde de, o yılların bir hatırası olarak Fikirtepe’nin ana caddesinin ismi Mandıradır. Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan 16.yy ortalarında Mandıra Köyü’nde, yani bugünkü Merdivenköy’de bir cami yaptırır.

Bu cami, günümüzde de mevcuttur, ancak sadece minaresi orijinal olarak bugüne gelebilmiştir.



16.yy ortalarında eski Aya Mamanos, o dönemki adıyla Mandıra Köyü; Camisi, tekkesi, şeyhleri ve dervişleriyle İstanbul’un Anadolu yakasının önemli bir dini merkezi haline gelmiştir. Artık, bu köye Mandıra Köyü yerine Merd-i iman Köy (İmanından şüphe edilmeyenlerin köyü) denilmeye başlanır. ‘Merdiimanköy ‘kelimesi, zamanla halk arasında Merdivenköy’e dönüşür ve artık mahallenin ismi Merdivenköy olur. Günümüzde Merdivenköy, her ne kadar özellikle de son 10 yıl zarfında dört bir yanı çok katlı betonarme binalarla doldurulsa da, halen daha köy olduğu eski günlerinden kalma bahçe içerisinde, bir ya da iki katlı evlere, sevimli bahçelere ev sahipliği yapar.






 Geçirdiği tüm değişime rağmen, Kadıköy’ün köy havasını en fazla soluyabileceğiniz mahallesi yine de Merdivenköy’dür ve camisi, dergahı, mezarlığı, çeşmeleri ve su terazileriyle geçmişin tarihi ve manevi dokusunu hissedebileceğiniz özel bir semttir.




Adını Gözcü erenlerin Bizans’ı gözetledikleri tepeden alan Göztepe’ye dönecek olursak, bugün Merdivenköy’den kat ve kat daha büyük, daha fazla tanınan bir semt olsa da yerleşim tarihinin Merdivenköy’den çok daha yeni olduğunu söyleyebiliriz. Göztepe Semtinin kurulu olduğu, gözetleme tepesinden Marmara Denizi’ne kadar inen yamaçlarda yerleşim 1870’li yıllarda başlar. Osmanlı-Rus Savaşının ardından, Balkanlardan gelen birkaç muhacir aile Göztepe’ye yerleşirler. Aynı yıllarda, Haydarpaşa-İzmit Demiryolu üzerinde Göztepe İstasyonunun inşa edilmesiyle istasyon civarı giderek gelişir ve kısa sürede burada bir yerleşim dokusu meydana gelir.


1899 Yılında Tütüncü Mehmet Efendi tren istasyonunun yanı başında bir cami yaptırır.




Günümüze gelebilmiş olan bu cami ve tren istasyonun olduğu bölge, Göztepe’deki ilk yerleşimin başladığı bölgedir ve günümüzde de semtin ana çekirdeğini oluşturmaktadır.



19.yy sonlarından itibaren birçok köşkün de inşa edilmeye başladığı Göztepe, 20.yy’ın ortalarına dek, göz alıcı güzellikteki köşkleri, bahçeleri, uçsuz bucaksız kırları ile İstanbullular’ın rağbet ettiği, havadar bir semttir.

(1932 tarihli bu fotoğraftaki kişiler rahmetli anneaanem Mualla Doğan ve kız kardeşi (büyük teyzem) Melek Oskay'dır. Fotoğrafın arkasında Göztepe'de çekildiği yazıyor, ancak takdir edersiniz ki bugün nereye denk düştüğünü bulabilmek imkansız gibi bir şey.) 

Köşklerin özellikle Göztepe’de yapılmasının bir nedeni, Kadıköy’ün diğer semtlerine göre daha yüksek bir konumda bulunan bu bölgenin müthiş bir manzara sunmasıdır.




Üstelik, bu manzaranın temel öğesi olan Marmara Denizi, hiç de uzakta değil, yürüme mesafesindedir. Göztepe, 1960’lardan itibaren ahşap evlerini, bahçelerini betona, çok katlı apartmanlara teslim etmeye başlamış olsa bile, halen daha İstanbul geneline göre çok daha fazla yeşilliğe sahip olan sokakları,

köşkleri, suyu halen akan Kayışdağı Çeşmesi



ve birisi semtin güneyinde, denize yakın bir noktada bulunan Göztepe Parkı, diğeri semtin batısında hayli geniş bir alana yayılmış olan Özgürlük Parkı olmak üzere barındırdığı parklarıyla halen daha çok tercih edilen, ismi duyulduğunda İstanbullularda hoş bir çağrışım yapan bir semttir.



Dilerseniz bu yazıyı sözleri Hüseyin Mayadağ’a, bestesi ise Teoman Alpay’a ait, bir zamanların Göztepesini tüm güzelliğiyle ruhumuza zerk eden Dün Göztepe adındaki bu güzel eserle sonlandırayım.
https://www.youtube.com/watch?v=CMR3oNXsCp4