11 Aralık 2018 Salı

Galata Surları'nın izinde...


Bir zamanlar, tıpkı İstanbul’un en eski yerleşim alanı olan ve kentin çekirdeğini oluşturan, Tarihi yarımada ya da Suriçi olarak anılan bölge gibi, Galata Bölgesi de surlarla çevriliydi. Tarihi yarımadayı çevreleyen, kara surları, Marmara Surları ve Haliç Surları olmak üzere üç ayrı bölümde inceleyebileceğimiz ve Bizanslılar tarafından inşa edilmiş olan İstanbul Surları kadar geniş bir alana yayılmasalar da, 14 yy.da,; 1303-1352 yılları arasında Cenevizliler tarafından inşa edilen bu surlar Haliç Kıyısında Azapkapı’dan başlayıp, kuzeydoğuya doğru yönelerek Galata Kulesi’ne tırmanmakta, daha sonra güneydoğuya doğru inerek Tophane civarından yeniden denize kavuşmakta ve bir üçgen biçiminde bütün Galata Bölgesini kuşatmaktaydılar. Bugünün Karaköy, Perşembe pazarı, Kuledibi Semtlerinin tamamı ile Azapkapı, Şişhane ve Tophane ‘Semtlerinin bir bölümü Galata Surlarının çevrelediği alanın içerisinde kalıyordu.

Bu noktada, dilerseniz çok kısa bir şekilde bu surların yapılış öyküsüne dönelim. M.S 476 yılında Batı Roma İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından bugünkü İtalya topraklarında uzun yüzyıllar boyunca siyasi bir birlik sağlanamaz ve bunun sonucu olarak şehir devletleri ortaya çıkar. Kurulan bu şehir devletleri arasında, tarih sahnesinde en fazla rol alanlar Cenevreliler tarafından kurulan Ceneviz Cumhuriyeti ve Venedik Cumhuriyetidir. Özellikle denizcilik ve ticaret konusunda oldukça ileri olan bu iki şehir devletinin de uzun yıllar boyunca, yeryüzünün en stratejik noktalarından birisinde yer alan büyük bir liman kenti olan İstanbul ile ilişkileri olmuştur. Özellikle 1204 yılında, Latinlerin o dönem Bizans İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul’u istila ettikleri sırada Bizanslıların yanında yer alan ve 1264’te ikinci Latin İstilasının ardından, Bizans Prenslerinin İstanbul’u yeniden almalarında önemli rol oynayan Cenevizliler, Bizanslılar tarafından ödüllendirilmiş ve Galata Bölgesinde bir koloni kurmalarına izin verilmiştir. 14 yy. başlarında, Cenevizliler kendilerini Venedikliler ve Latinlerden korumak amacıyla bulundukları bölgenin etrafını surlarla çevirdiler. Kalınlığı 2m., toplam uzunluğu 2800 m. olan bu surların üzerinde Azapkapı, Tophane Kapısı, Kireç Kapısı, Karaköy Kapısı, Yanıkkapı, Kürkçü Kapısı, Vovyoda Kapısı, Kuledibi Kapısı gibi birçok kapı, Galata Hisarı adında bir hisar (bugün Karaköy Yeraltı Camii’nin olduğu bölgede) ve gözcü kuleleri yer almaktaydı. Surları bir üçgen biçiminde düşünecek olursak, Galata Kulesi bu üçgenin iki kenarının birleştiği tepe noktasıydı ve surlara bitişikti. Tıpkı İstanbul Surları gibi, Galata Surlarının da kara kısmında hendekler bulunmaktaydı. Bugün Galata bölgesindeki Lüleci Hendek, Küçükhendek, Büyükhendek gibi sokak isimleri bu hendeklerden bugüne kalan tek izlerdir.

Tarihi yarımadanın karşısında, Haliç’in diğer yakasında, Pera’nın (Beyoğlu) eteklerinde Galata’da yaşayan Cenevizler, 1453 senesinde İstanbul’un fethi esnasında tarafsız kalmayı tercih etmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin de, Bizans Devleti gibi kendilerine özerklik tanıyacaklarını ve Galata’da kurdukları koloniyi devam ettireceklerini ummaktaydılar, ancak ne var ki, İstanbul’un tam karşısında Hristiyan devletlerinin kontrolünde olan güçlü bir kalenin olmasını istemeyen Fatih Sultan Mehmet bunu kabul etmedi ve Cenevizlilerin Galata Kolonisi, Galata’nın baş kulesinin; yani Galata Kulesi’nin anahtarını 29 Mayıs 1453 sabahı Fatih Sultan Mehmed’e teslim ettiler. Fakat, Galata Bölgesi, Osmanlı Dönemi boyunca da daha çok Hristiyanların yaşadığı, gerek etnik, gerek mimari açıdan İstanbul’un Avrupai, batılı yüzü olmaya devam etti.

Fethin ardından, Galata Surlarında yıkımlar başladı. Surların bir bölümü Fatih Sultan Mehmed tarafından yıktırıldıysa da, Galata Surlarının neredeyse tamamını ortadan kaldıran en büyük yıkım fetihten 400 yılı aşkın bir zaman dilimi sonra, Sultan Abdülaziz Döneminde; 1864 yılında gerçekleşmiştir. İstanbul Şehremanetinin (belediye) altıncı dairesi, nüfusu giderek artan Galata’da, surların ulaşımı aksattığı gerekçesiyle surların çok büyük bir bölümünü yıktırmış, 20 yy.ın başına dek aralıklarla devam eden yıkımların sonucunda Galata Surlarından bugüne birkaç harap vaziyette duvar, onlarca kapıdan sadece bir tanesi ve tabii ki İstanbul’un en önde gelen simgelerinden birisi olan Galata Kulesi hariç neredeyse hiçbir iz kalmamıştır.

Galata Surları’ndan günümüze gelebilenleri dört bölümde ele alabiliriz. Surlardan bugüne gelebilen birinci bölüm, Azapkapı’da, Tersane Caddesi’nin Haliç Kıyısı tarafında yer alan duvar kalıntılarıdır. Saliha Sultan Çeşmesi ve Sokullu Mehmet Paşa Camii’nin yanı başında, Haliç’in üzerinden geçen Yenikapı-Hacıosman Metro Köprüsü’nün dibinde yer alan bu kalıntılar, bir tanesi Haliç’e dik, diğeri ise Haliç’e paralel uzanan iki duvardan ibarettir.
 
 
 

Haliç’e paralel uzanan ve yer yer yıkılmış olan duvarın üzerinde Latince bir kitabe yer alır. -Duvarın çevresi demir tellerle çevrili olduğundan fazla yaklaşamadım ve ne yazık ki uzaktan bu kadar çekebildim.

Bu sebepten, kendi çektiğim fotoğraflara ilaveten, daha önce Hayri Fehmi tarafından çekilmiş olan, kitabenin net olarak okunabildiği bir fotoğrafı da paylaşıyorum.



Haliç’e dik uzanan ve daha fazla göz önünde olan diğer sur kalıntısı ise ilkine kıyasla biraz daha iyi bir durumdadır. Ne var ki o da tahrip edilmiştir.

 
Galata Surları’ndan bugüne gelebilmiş olanlardan ikinci ve en önemli kalıntılardan birisi ise Harupkapı olarak da anılan Yanıkkapı’dır.


Azapkapı semtinde, Yanıkkapı Sokağın sonunda yer alan bu kapı, bir zamanlar üzerinde 10’un üzerinde kapı bulunan Galata Surlarından bugüne ulaşabilen tek kapıdır ve çok değerlidir.

2000’li yılların sonlarında Yenikapı-Hacıosman Metro Hattının Şişhane-Haliç arasındaki etabı inşa edilirken, güzergah üzerinde kaldığından bir ara yıkılması düşünülen, neyse ki daha sonra böyle telafisi imkansız korkunç ve utanç verici bir hatadan geri dönülerek kurtarılan Yanıkkapı’yı bu denli değerli kılan yalnızca bugüne gelebilmiş olan tek kapı olması değil, kapının dış bölümünde, üzerinde yer alan 700 yıllık armadır. Bu arma, Doria Ailesi’ne aittir. Bir dönem, Galata’daki Ceneviz Kolonisinin yöneticiliğini yapan bu aile, 1538 yılında Preveze Deniz Savaşı’nda Barbaros Hayrettin Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusuyla savaşan Haçlı donanmasının komutanı Cenevizli amiral Andrea Doria’nın mensup olduğu ailedir. Büyük değer taşıyan bu tarihi arma, çalınmasının önüne geçebilmek için bugün demir bir kafesin ardına saklanmıştır.
 
 
 
Bu değerli tarihi kapının yanında, yine Galata Surlarına ait küçük bir gözetleme kulesi de bulunur. 
Yanıkkapı’yı da ardımızda bırakıp, Azapkapı’dan Şişhane’ye doğru tırmanmaya devam ettiğimizde, sol yanımızda, boş bir arazinin bitişiğinde, metro hattına paralel uzanan ve surlardan geriye kalan üçüncü bölümle karşılaşırız.
 

  
Metro hattı inşa edilirken gerçekleştirilen yıkımlardan sonra ortaya çıkan Galata Surlarına ait bu duvar muhteşem bir Haliç ve Tarihi yarımada manzarasına hakim bir noktada yer almaktadır.


Yazımın başında Galata Surlarını, kenar uçları Azapkapı, Kuledibi ve Tophane olan bir üçgen biçiminde düşünmemiz gerektiğini belirtmiştim. Bu üçgenin tabanı Haliç ve İstanbul Boğazı olup, batı kenarı güneybatıdan kuzeydoğuya doğru; Azapkapı’dan Kuledibi’ne, doğu kenarı ise güneydoğu-kuzeybatı doğrultusunda Tophane’den Kuledibi’ne ulaşmakta, üçgenin iki kenarı Kuledibi’nde; Galata Kulesi’nde birleşmekteydi. Bu doğrultuda, Şişhane eteklerinde karşılaştığımız ,kısa bir duvardan ibaret, surlardan geriye kalan üçüncü bölümü de ardımızda bıraktıktan sonra rotamızı kuzeydoğuya Galata Kulesi yönüne çevirmeliyiz. Çevirmeliyiz ki, kendisini o kadar incitmemize, değerini bilmememize rağmen halen daha her köşesinde bizi güzel bir sürpriz, gizem dolu bir armağanla karşılamayı seven efsanevi şehir İstanbul’un bu arzusunu boş çevirmeyelim ve bizi yine büyüleyici bir sürprizle mutlu etmesine izin verelim. Bankalar Caddesi’nden Şişhane’ye çıkan Okçu Musa Caddesi’nin çapraz paraleli Şair Ziya Paşa Caddesi üzerinde Saint Pierre Kilisesi’nin arka tarafına düşen küçük bir arsa içerisinde Galata Surlarından kalma, Ceneviz eseri bir kule bizi beklemektedir. Galata Kulesi kadar ihtişamlı olmasa da, onun küçük kardeşi diyebileceğimiz bu kule şüphesiz Galata Surlarından bize kalan en değerli miraslardan birisidir.




Buna benzer, yine Galata Surlarına ait bir gözetleme kulesi de Revani Sokak ile Lüleci Hendek Caddesinin kesişiminde, Saint Benoît Fransız Lisesi'nin bahçesinde bulunur.



Ve son olarak Galata Surları’nın en görkemli, en fazla bilinen, adeta şehrin simgesi haline gelen başkulesi, yani Galata Kulesi… Galata Surları’nın deniz seviyesinden en yüksek noktasında yer alan, iki ayrı kol halinde Azapkapı’ya ve Tophane’ye inen surların birleştiği ve Galata Surlarının baş kulesi olan Galata Kulesi, aslında, Galata Surlarından çok daha eski bir yapıdır. 507 yılında, yani günümüzden tam 1511 yıl önce Fener Kulesi adıyla Bizanslılar tarafından yapılmıştır. Zamanla harap olup yıkılmış, 1348 yılında Cenevizliler tarafından yığma taş kullanılarak yeniden inşa edilmiştir. İstanbul’un 1453 yılındaki fethine dek, İsa Kulesi olarak anılan ve üzerinde Cenevizlilerin yerleştirdiği büyük bir haç bulunan Galata Kulesi, İstanbulluların ‘Küçük kıyamet’ olarak adlandırdıkları 1509 yılındaki Büyük İstanbul Depreminde büyük zarar görmüş, daha sonra dönemin ünlü mimarı Mimar Hayrettin tarafından onarılmıştır. Osmanlı Dönemi boyunca hapishane, daha sonra bir dönem rasathane, 18 yy.da ise yangın gözetleme kulesi olarak kullanılan kule birkaç kez geçirdiği yangınlarla zarar görmüş, 1875 yılının bir sonbahar gecesinde şiddetli bir fırtına sonucu çatısını kaybetmiş, ancak her şeye rağmen bugüne sapasağlam ulaşmayı başarmıştır. Yaklaşık 70 m. yüksekliğinde, 10 m. çapında olan, 670 yıldır İstanbul’u seyreden Galata Kulesi günümüzde ise restoran ve seyir terası olarak kullanılmaktadır.
İşte bir zamanlar 2800 m. uzunluğunda olan Galata Surlarından bugüne gelebilen, bize miras kalan son birkaç parça yapı. Dilerim, hiç değilse bir şekilde bugüne ulaşabilmeyi başarmış bu değerli kalıntıların değerleri bilinir ve yüz yıllar sonrasının İstanbul’unda davar olmaya devam ederler.

Not: Bazı noktalarda kaynak olarak  www.tarihiistanbul.com, www.sarrafoğlu.com (Fahri Sarrafoğlu kişisel sayfası) adreslerinden yararlandım.





1 yorum:

  1. Berk Bey,
    Cok güzel hazirlamissiniz zevk ile okudum. Okudukcada tabii hüzünlendim,yazik... Dûnya mirasina sahip cikamiyoruz ve ne acidir ki sahiplenme bir yana yikiyoruzda üstelik. Mûsase ederseniz bir sorum olacak. Harup Kapida bulunan bu arma, sizinde belirttiginiz gibi Andre Doria ailesine ait deniliyor fakat diger bir görüse göre ise bu arma sag tarafta ki Cenova Dûkü De Merude'ye sol tarafta ki arma ise
    Galata’yı Cenova adına yöneten Podesta D’Auria’ya ait bir armadır ...deniliyor. Sayin Esra Okur'un tezinde belirttigine göre. Bunu arastirdinizmi?
    Calismalarinizda basarilar diler, saglikli günler temenni ederim.
    Yavuz Zeren

    YanıtlaSil