Bir zamanlar, tıpkı İstanbul’un en eski
yerleşim alanı olan ve kentin çekirdeğini oluşturan, Tarihi yarımada ya da Suriçi
olarak anılan bölge gibi, Galata Bölgesi de surlarla çevriliydi. Tarihi
yarımadayı çevreleyen, kara surları, Marmara Surları ve Haliç Surları olmak
üzere üç ayrı bölümde inceleyebileceğimiz ve Bizanslılar tarafından inşa
edilmiş olan İstanbul Surları kadar geniş bir alana yayılmasalar da, 14 yy.da,;
1303-1352 yılları arasında Cenevizliler tarafından inşa edilen bu surlar Haliç
Kıyısında Azapkapı’dan başlayıp, kuzeydoğuya doğru yönelerek Galata Kulesi’ne tırmanmakta,
daha sonra güneydoğuya doğru inerek Tophane civarından yeniden denize
kavuşmakta ve bir üçgen biçiminde bütün Galata Bölgesini kuşatmaktaydılar.
Bugünün Karaköy, Perşembe pazarı, Kuledibi Semtlerinin tamamı ile Azapkapı,
Şişhane ve Tophane ‘Semtlerinin bir bölümü Galata Surlarının çevrelediği alanın
içerisinde kalıyordu.
Bu noktada, dilerseniz çok kısa bir
şekilde bu surların yapılış öyküsüne dönelim. M.S 476 yılında Batı Roma
İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından bugünkü İtalya topraklarında uzun
yüzyıllar boyunca siyasi bir birlik sağlanamaz ve bunun sonucu olarak şehir
devletleri ortaya çıkar. Kurulan bu şehir devletleri arasında, tarih sahnesinde
en fazla rol alanlar Cenevreliler tarafından kurulan Ceneviz Cumhuriyeti ve
Venedik Cumhuriyetidir. Özellikle denizcilik ve ticaret konusunda oldukça ileri
olan bu iki şehir devletinin de uzun yıllar boyunca, yeryüzünün en stratejik
noktalarından birisinde yer alan büyük bir liman kenti olan İstanbul ile
ilişkileri olmuştur. Özellikle 1204 yılında, Latinlerin o dönem Bizans
İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul’u istila ettikleri sırada Bizanslıların
yanında yer alan ve 1264’te ikinci Latin İstilasının ardından, Bizans
Prenslerinin İstanbul’u yeniden almalarında önemli rol oynayan Cenevizliler,
Bizanslılar tarafından ödüllendirilmiş ve Galata Bölgesinde bir koloni
kurmalarına izin verilmiştir. 14 yy. başlarında, Cenevizliler kendilerini
Venedikliler ve Latinlerden korumak amacıyla bulundukları bölgenin etrafını
surlarla çevirdiler. Kalınlığı 2m., toplam uzunluğu 2800 m. olan bu surların
üzerinde Azapkapı, Tophane Kapısı, Kireç Kapısı, Karaköy Kapısı, Yanıkkapı,
Kürkçü Kapısı, Vovyoda Kapısı, Kuledibi Kapısı gibi birçok kapı, Galata Hisarı
adında bir hisar (bugün Karaköy Yeraltı Camii’nin olduğu bölgede) ve gözcü
kuleleri yer almaktaydı. Surları bir üçgen biçiminde düşünecek olursak, Galata
Kulesi bu üçgenin iki kenarının birleştiği tepe noktasıydı ve surlara
bitişikti. Tıpkı İstanbul Surları gibi, Galata Surlarının da kara kısmında
hendekler bulunmaktaydı. Bugün Galata bölgesindeki Lüleci Hendek, Küçükhendek,
Büyükhendek gibi sokak isimleri bu hendeklerden bugüne kalan tek izlerdir.
Tarihi yarımadanın karşısında, Haliç’in
diğer yakasında, Pera’nın (Beyoğlu) eteklerinde Galata’da yaşayan Cenevizler,
1453 senesinde İstanbul’un fethi esnasında tarafsız kalmayı tercih etmişlerdir.
Osmanlı Devleti’nin de, Bizans Devleti gibi kendilerine özerklik
tanıyacaklarını ve Galata’da kurdukları koloniyi devam ettireceklerini
ummaktaydılar, ancak ne var ki, İstanbul’un tam karşısında Hristiyan
devletlerinin kontrolünde olan güçlü bir kalenin olmasını istemeyen Fatih Sultan
Mehmet bunu kabul etmedi ve Cenevizlilerin Galata Kolonisi, Galata’nın baş
kulesinin; yani Galata Kulesi’nin anahtarını 29 Mayıs 1453 sabahı Fatih Sultan
Mehmed’e teslim ettiler. Fakat, Galata Bölgesi, Osmanlı Dönemi boyunca da daha
çok Hristiyanların yaşadığı, gerek etnik, gerek mimari açıdan İstanbul’un
Avrupai, batılı yüzü olmaya devam etti.
Fethin ardından, Galata Surlarında
yıkımlar başladı. Surların bir bölümü Fatih Sultan Mehmed tarafından
yıktırıldıysa da, Galata Surlarının neredeyse tamamını ortadan kaldıran en
büyük yıkım fetihten 400 yılı aşkın bir zaman dilimi sonra, Sultan Abdülaziz
Döneminde; 1864 yılında gerçekleşmiştir. İstanbul Şehremanetinin (belediye)
altıncı dairesi, nüfusu giderek artan Galata’da, surların ulaşımı aksattığı
gerekçesiyle surların çok büyük bir bölümünü yıktırmış, 20 yy.ın başına dek
aralıklarla devam eden yıkımların sonucunda Galata Surlarından bugüne birkaç harap
vaziyette duvar, onlarca kapıdan sadece bir tanesi ve tabii ki İstanbul’un en
önde gelen simgelerinden birisi olan Galata Kulesi hariç neredeyse hiçbir iz kalmamıştır.
Galata Surları’ndan günümüze
gelebilenleri dört bölümde ele alabiliriz. Surlardan bugüne gelebilen birinci
bölüm, Azapkapı’da, Tersane Caddesi’nin Haliç Kıyısı tarafında yer alan duvar
kalıntılarıdır. Saliha Sultan Çeşmesi ve Sokullu Mehmet Paşa Camii’nin yanı
başında, Haliç’in üzerinden geçen Yenikapı-Hacıosman Metro Köprüsü’nün dibinde
yer alan bu kalıntılar, bir tanesi Haliç’e dik, diğeri ise Haliç’e paralel
uzanan iki duvardan ibarettir.
Haliç’e paralel uzanan ve yer yer yıkılmış olan duvarın üzerinde Latince bir kitabe yer alır. -Duvarın çevresi demir tellerle çevrili olduğundan fazla yaklaşamadım ve ne yazık ki uzaktan bu kadar çekebildim.
Bu sebepten, kendi çektiğim fotoğraflara ilaveten, daha önce Hayri Fehmi tarafından çekilmiş olan, kitabenin net olarak okunabildiği bir fotoğrafı da paylaşıyorum.
Haliç’e dik uzanan ve daha fazla göz önünde olan diğer sur kalıntısı ise ilkine kıyasla biraz daha iyi bir durumdadır. Ne var ki o da tahrip edilmiştir.
Galata Surları’ndan bugüne gelebilmiş
olanlardan ikinci ve en önemli kalıntılardan birisi ise Harupkapı olarak da anılan
Yanıkkapı’dır.
Azapkapı semtinde, Yanıkkapı Sokağın sonunda yer alan bu kapı, bir zamanlar üzerinde 10’un üzerinde kapı bulunan Galata Surlarından bugüne ulaşabilen tek kapıdır ve çok değerlidir.
2000’li yılların sonlarında Yenikapı-Hacıosman Metro Hattının Şişhane-Haliç arasındaki etabı inşa edilirken, güzergah üzerinde kaldığından bir ara yıkılması düşünülen, neyse ki daha sonra böyle telafisi imkansız korkunç ve utanç verici bir hatadan geri dönülerek kurtarılan Yanıkkapı’yı bu denli değerli kılan yalnızca bugüne gelebilmiş olan tek kapı olması değil, kapının dış bölümünde, üzerinde yer alan 700 yıllık armadır. Bu arma, Doria Ailesi’ne aittir. Bir dönem, Galata’daki Ceneviz Kolonisinin yöneticiliğini yapan bu aile, 1538 yılında Preveze Deniz Savaşı’nda Barbaros Hayrettin Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusuyla savaşan Haçlı donanmasının komutanı Cenevizli amiral Andrea Doria’nın mensup olduğu ailedir. Büyük değer taşıyan bu tarihi arma, çalınmasının önüne geçebilmek için bugün demir bir kafesin ardına saklanmıştır.
Bu değerli tarihi kapının yanında,
yine Galata Surlarına ait küçük bir gözetleme kulesi de bulunur.
Azapkapı semtinde, Yanıkkapı Sokağın sonunda yer alan bu kapı, bir zamanlar üzerinde 10’un üzerinde kapı bulunan Galata Surlarından bugüne ulaşabilen tek kapıdır ve çok değerlidir.
2000’li yılların sonlarında Yenikapı-Hacıosman Metro Hattının Şişhane-Haliç arasındaki etabı inşa edilirken, güzergah üzerinde kaldığından bir ara yıkılması düşünülen, neyse ki daha sonra böyle telafisi imkansız korkunç ve utanç verici bir hatadan geri dönülerek kurtarılan Yanıkkapı’yı bu denli değerli kılan yalnızca bugüne gelebilmiş olan tek kapı olması değil, kapının dış bölümünde, üzerinde yer alan 700 yıllık armadır. Bu arma, Doria Ailesi’ne aittir. Bir dönem, Galata’daki Ceneviz Kolonisinin yöneticiliğini yapan bu aile, 1538 yılında Preveze Deniz Savaşı’nda Barbaros Hayrettin Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusuyla savaşan Haçlı donanmasının komutanı Cenevizli amiral Andrea Doria’nın mensup olduğu ailedir. Büyük değer taşıyan bu tarihi arma, çalınmasının önüne geçebilmek için bugün demir bir kafesin ardına saklanmıştır.
Yanıkkapı’yı da ardımızda bırakıp,
Azapkapı’dan Şişhane’ye doğru tırmanmaya devam ettiğimizde, sol yanımızda, boş
bir arazinin bitişiğinde, metro hattına paralel uzanan ve surlardan geriye
kalan üçüncü bölümle karşılaşırız.
Metro hattı inşa edilirken gerçekleştirilen
yıkımlardan sonra ortaya çıkan Galata Surlarına ait bu duvar muhteşem bir Haliç
ve Tarihi yarımada manzarasına hakim bir noktada yer almaktadır.
Yazımın başında Galata Surlarını, kenar
uçları Azapkapı, Kuledibi ve Tophane olan bir üçgen biçiminde düşünmemiz
gerektiğini belirtmiştim. Bu üçgenin tabanı Haliç ve İstanbul Boğazı olup, batı
kenarı güneybatıdan kuzeydoğuya doğru; Azapkapı’dan Kuledibi’ne, doğu kenarı
ise güneydoğu-kuzeybatı doğrultusunda Tophane’den Kuledibi’ne ulaşmakta,
üçgenin iki kenarı Kuledibi’nde; Galata Kulesi’nde birleşmekteydi. Bu
doğrultuda, Şişhane eteklerinde karşılaştığımız ,kısa bir duvardan ibaret,
surlardan geriye kalan üçüncü bölümü de ardımızda bıraktıktan sonra rotamızı
kuzeydoğuya Galata Kulesi yönüne çevirmeliyiz. Çevirmeliyiz ki, kendisini o
kadar incitmemize, değerini bilmememize rağmen halen daha her köşesinde bizi
güzel bir sürpriz, gizem dolu bir armağanla karşılamayı seven efsanevi şehir
İstanbul’un bu arzusunu boş çevirmeyelim ve bizi yine büyüleyici bir sürprizle
mutlu etmesine izin verelim. Bankalar Caddesi’nden Şişhane’ye çıkan Okçu Musa
Caddesi’nin çapraz paraleli Şair Ziya Paşa Caddesi üzerinde Saint Pierre
Kilisesi’nin arka tarafına düşen küçük bir arsa içerisinde Galata Surlarından
kalma, Ceneviz eseri bir kule bizi beklemektedir. Galata Kulesi kadar ihtişamlı
olmasa da, onun küçük kardeşi diyebileceğimiz bu kule şüphesiz Galata
Surlarından bize kalan en değerli miraslardan birisidir.
Buna benzer, yine Galata Surlarına ait bir gözetleme kulesi de Revani Sokak ile Lüleci Hendek Caddesinin kesişiminde, Saint Benoît Fransız Lisesi'nin bahçesinde bulunur.
Ve son olarak Galata Surları’nın en
görkemli, en fazla bilinen, adeta şehrin simgesi haline gelen başkulesi, yani
Galata Kulesi… Galata Surları’nın deniz seviyesinden en yüksek noktasında yer
alan, iki ayrı kol halinde Azapkapı’ya ve Tophane’ye inen surların birleştiği ve
Galata Surlarının baş kulesi olan Galata Kulesi, aslında, Galata Surlarından
çok daha eski bir yapıdır. 507 yılında, yani günümüzden tam 1511 yıl önce Fener
Kulesi adıyla Bizanslılar tarafından yapılmıştır. Zamanla harap olup yıkılmış, 1348
yılında Cenevizliler tarafından yığma taş kullanılarak yeniden inşa edilmiştir.
İstanbul’un 1453 yılındaki fethine dek, İsa Kulesi olarak anılan ve üzerinde
Cenevizlilerin yerleştirdiği büyük bir haç bulunan Galata Kulesi,
İstanbulluların ‘Küçük kıyamet’ olarak adlandırdıkları 1509 yılındaki Büyük
İstanbul Depreminde büyük zarar görmüş, daha sonra dönemin ünlü mimarı Mimar
Hayrettin tarafından onarılmıştır. Osmanlı Dönemi boyunca hapishane, daha sonra
bir dönem rasathane, 18 yy.da ise yangın gözetleme kulesi olarak kullanılan
kule birkaç kez geçirdiği yangınlarla zarar görmüş, 1875 yılının bir sonbahar
gecesinde şiddetli bir fırtına sonucu çatısını kaybetmiş, ancak her şeye rağmen
bugüne sapasağlam ulaşmayı başarmıştır. Yaklaşık 70 m. yüksekliğinde, 10 m.
çapında olan, 670 yıldır İstanbul’u seyreden Galata Kulesi günümüzde ise
restoran ve seyir terası olarak kullanılmaktadır.
İşte bir zamanlar 2800 m. uzunluğunda
olan Galata Surlarından bugüne gelebilen, bize miras kalan son birkaç parça
yapı. Dilerim, hiç değilse bir şekilde bugüne ulaşabilmeyi başarmış bu değerli kalıntıların
değerleri bilinir ve yüz yıllar sonrasının İstanbul’unda davar olmaya devam
ederler.
Not: Bazı noktalarda kaynak olarak www.tarihiistanbul.com,
www.sarrafoğlu.com
(Fahri Sarrafoğlu kişisel sayfası) adreslerinden yararlandım.