Göztepe ve Merdivenköy, İstanbul’un
Anadolu Yakasında, Kadıköy İlçesine bağlı, birbirlerine komşu iki mahalledir.
Göztepe, Merdivenköy’e nazaran çok daha geniş bir alana yayılmıştır ve
Çamlıca’nın eteklerinde kurulu, bir zamanlar kaynak sularıyla ünlü Libadiye’den
neredeyse Marmara Denizi'ne kadar uzanır.
Hatta, kuzeyde E-5 Karayolunun yukarısında bulunan küçük bir kısmı
Kadıköy’e sığmayıp Üsküdar ve Ataşehir ‘e taşar.
Bu iki semtin tarihleri Bizans Dönemine dek
uzanır. Çamlıca Tepesi ve Kayış Dağı gibi Anadolu Yakasının önemli
yükseltilerine yakın bir noktada ve çevresine göre kendisi de yüksek
sayılabilecek bir rakımda yer alan Göztepe’de, o yıllarda bir yerleşim olmasa
da bir kadınlar manastırı olduğu bilinmektedir. Bizans Döneminde Aya Mamanos (
Kutsal anneler) olarak bilinen bugünkü Merdivenköy’de ise İmparator 3.Andronikos’a
ait bir av köşkü vardır. 14.yy’ın başından itibaren , Osmanlı İmparatorluğu
sınırlarını giderek İstanbul’a yakınlaştırmaktadır. Kocaeli Yarımadası’nın
büyük bir kısmı Türklerin eline geçmiş, 1328’de, bugün sırasıyla Sultanbeyli ve
Sancaktepe Sınırları içerisinde kalan Aydos ve Samandıra Kaleleri, 1329 yılında
Maltepe ve civarı, 1331’de İçerenköy, 1352’de Üsküdar, 1353 yılında ise Kadıköy
fethedilecektir. Bugünkü Göztepe ve Merdivenköy Semtlerinin Osmanlıyla
tanışması ise Maltepe (Pelekanon) Savaşının gerçekleştiği 1329 yılına denk
düşer. Bu savaştan yenik ayrılan Bizans İmparatoru 3.Andronikos, bir barış
antlaşması imzalamak için Osmanlı Padişahı Orhan Gazi ile Göztepe’deki av
köşkünde bir araya gelir. Orhan Gazi, barış şartı olarak bu köşkün kendilerine
verilmesini ve buraya bir tekke yapılmasını koşar. 3.Andronikos, bu teklifi
kabul eder ve bu av köşkünün yerine bir Ahi Tekkesi inşa edilir. Bizans
Döneminde av köşkü, 1329’dan sonra ise tekke olarak kullanılan bu yapı bugün
Göztepe ile Merdivenköy arasında bulunan Şahkulu Sultan Dergahı’dır.
Tekkeye, ’savaşcı derviş’ anlamına gelen ‘alperen’ olarak da anılan dervişler yerleştirilir. Bu dervişlerin en önemli görevleri, konumca yüksek olan bu bölgeden, halen Bizans egemenliği altında olan İstanbul’u izlemektir. Bu dervişlere Gözcü Babalar, gözetlemenin yapıldığı ve tekkenin bulunduğu bu tepe ve civarına ise Göztepe denilmeye başlanır. Ne var ki, 1402 yılında Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid’in Ankara Savaşı’nda Moğol Hükümdarı Timur’a yenilmesinin ardından ortaya çıkan buhran döneminden istifade eden Bizans İmparatorluğu, bölgede kontrolü yeniden ele alır, tekkeyi kapatır ve tüm dervişleri öldürür. Gözcü Baba, Mah Baba ve Gül Baba gibi, ne yazık ki İstanbul’un fethini göremeden şehit edilen bu dervişler tekkenin civarına defnedilirler.
Bugün Gözcü Baba’nın ve birkaç dervişin kabri, Göztepe’nin Gözcübaba olarak anılan bölgesinde, Hızır Reis Sokak’ta yer alır. Servi ağaçlarıyla çevrili ve çok küçük bir bostanın da bulunduğu Gözcü Baba Türbesi, insanın ruhuna huzur veren, Kadıköy’ün manevi havasını en fazla hissedebileceğiniz köşelerinden birisidir.
Mah Baba ve Gül Baba ise Gözcü Baba’ya nazaran tekkeye biraz daha yakın bir noktaya defnedilmişlerdir.
Tekkeye, ’savaşcı derviş’ anlamına gelen ‘alperen’ olarak da anılan dervişler yerleştirilir. Bu dervişlerin en önemli görevleri, konumca yüksek olan bu bölgeden, halen Bizans egemenliği altında olan İstanbul’u izlemektir. Bu dervişlere Gözcü Babalar, gözetlemenin yapıldığı ve tekkenin bulunduğu bu tepe ve civarına ise Göztepe denilmeye başlanır. Ne var ki, 1402 yılında Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid’in Ankara Savaşı’nda Moğol Hükümdarı Timur’a yenilmesinin ardından ortaya çıkan buhran döneminden istifade eden Bizans İmparatorluğu, bölgede kontrolü yeniden ele alır, tekkeyi kapatır ve tüm dervişleri öldürür. Gözcü Baba, Mah Baba ve Gül Baba gibi, ne yazık ki İstanbul’un fethini göremeden şehit edilen bu dervişler tekkenin civarına defnedilirler.
Bugün Gözcü Baba’nın ve birkaç dervişin kabri, Göztepe’nin Gözcübaba olarak anılan bölgesinde, Hızır Reis Sokak’ta yer alır. Servi ağaçlarıyla çevrili ve çok küçük bir bostanın da bulunduğu Gözcü Baba Türbesi, insanın ruhuna huzur veren, Kadıköy’ün manevi havasını en fazla hissedebileceğiniz köşelerinden birisidir.
Mah Baba ve Gül Baba ise Gözcü Baba’ya nazaran tekkeye biraz daha yakın bir noktaya defnedilmişlerdir.
Merdivenköy’de yerleşimin başlaması da bu
tekkeyle ilişkilidir. Tekkeye sık sık giden Bektaşiler, 15.yydan itibaren
tekkenin civarına yerleşmeye başlarlar ve böylelikle tekkenin çevresinde küçük
bir köy kurulur. Halkının daha çok mandıracılıkla uğraştığı, sarayın süt
ürünlerinin bir bölümünü karşıladığı bu köyün Osmanlı Dönemindeki ilk ismi
Mandıra Köyü olur. Mandıralar, sadece Merdivenköy’de değil, bu köyün batı
komşusu Fikirtepe’de de mevcuttur. Günümüzde de, o yılların bir hatırası olarak
Fikirtepe’nin ana caddesinin ismi Mandıradır. Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı
Mihrimah Sultan 16.yy ortalarında Mandıra Köyü’nde, yani bugünkü
Merdivenköy’de bir cami yaptırır.
Bu cami, günümüzde de mevcuttur, ancak sadece
minaresi orijinal olarak bugüne gelebilmiştir.
16.yy ortalarında eski Aya
Mamanos, o dönemki adıyla Mandıra Köyü; Camisi, tekkesi, şeyhleri ve
dervişleriyle İstanbul’un Anadolu yakasının önemli bir dini merkezi haline
gelmiştir. Artık, bu köye Mandıra Köyü yerine Merd-i iman Köy (İmanından şüphe
edilmeyenlerin köyü) denilmeye başlanır. ‘Merdiimanköy ‘kelimesi, zamanla halk
arasında Merdivenköy’e dönüşür ve artık mahallenin ismi Merdivenköy olur.
Günümüzde Merdivenköy, her ne kadar özellikle de son 10 yıl zarfında dört bir
yanı çok katlı betonarme binalarla doldurulsa da, halen daha köy olduğu eski
günlerinden kalma bahçe içerisinde, bir ya da iki katlı evlere, sevimli
bahçelere ev sahipliği yapar.
Geçirdiği tüm değişime rağmen, Kadıköy’ün köy
havasını en fazla soluyabileceğiniz mahallesi yine de Merdivenköy’dür ve
camisi, dergahı, mezarlığı, çeşmeleri ve su terazileriyle geçmişin tarihi ve
manevi dokusunu hissedebileceğiniz özel bir semttir.
Adını Gözcü erenlerin Bizans’ı gözetledikleri
tepeden alan Göztepe’ye dönecek olursak, bugün Merdivenköy’den kat ve kat daha
büyük, daha fazla tanınan bir semt olsa da yerleşim tarihinin Merdivenköy’den
çok daha yeni olduğunu söyleyebiliriz. Göztepe Semtinin kurulu olduğu,
gözetleme tepesinden Marmara Denizi’ne kadar inen yamaçlarda yerleşim 1870’li
yıllarda başlar. Osmanlı-Rus Savaşının ardından, Balkanlardan gelen birkaç
muhacir aile Göztepe’ye yerleşirler. Aynı yıllarda, Haydarpaşa-İzmit
Demiryolu üzerinde Göztepe İstasyonunun inşa edilmesiyle istasyon civarı
giderek gelişir ve kısa sürede burada bir yerleşim dokusu meydana gelir.
1899
Yılında Tütüncü Mehmet Efendi tren istasyonunun yanı başında bir cami yaptırır.
Günümüze gelebilmiş olan bu cami ve tren istasyonun olduğu bölge, Göztepe’deki ilk yerleşimin başladığı bölgedir ve günümüzde de semtin ana çekirdeğini oluşturmaktadır.
19.yy sonlarından itibaren birçok köşkün de inşa edilmeye
başladığı Göztepe, 20.yy’ın ortalarına dek, göz alıcı güzellikteki köşkleri,
bahçeleri, uçsuz bucaksız kırları ile İstanbullular’ın rağbet ettiği, havadar
bir semttir.
(1932 tarihli bu fotoğraftaki kişiler rahmetli anneaanem Mualla Doğan ve kız kardeşi (büyük teyzem) Melek Oskay'dır. Fotoğrafın arkasında Göztepe'de çekildiği yazıyor, ancak takdir edersiniz ki bugün nereye denk düştüğünü bulabilmek imkansız gibi bir şey.)
Günümüze gelebilmiş olan bu cami ve tren istasyonun olduğu bölge, Göztepe’deki ilk yerleşimin başladığı bölgedir ve günümüzde de semtin ana çekirdeğini oluşturmaktadır.
Köşklerin özellikle Göztepe’de yapılmasının bir nedeni, Kadıköy’ün
diğer semtlerine göre daha yüksek bir konumda bulunan bu bölgenin müthiş bir
manzara sunmasıdır.
Üstelik, bu manzaranın temel öğesi olan Marmara Denizi, hiç
de uzakta değil, yürüme mesafesindedir. Göztepe, 1960’lardan itibaren ahşap
evlerini, bahçelerini betona, çok katlı apartmanlara teslim etmeye başlamış
olsa bile, halen daha İstanbul geneline göre çok daha fazla yeşilliğe sahip olan sokakları,
köşkleri, suyu halen akan Kayışdağı Çeşmesi
https://www.youtube.com/watch?v=CMR3oNXsCp4