Bugün, Kocaeli’ne bağlı bir ilçe olan, ancak gerek
yakınlığı, gerek ulaşım ağı (Halkalı ile Gebze arasında çalışan Marmaray ve
Harem-Gebze minibüsleri) dolayısıyla İstanbul’un bir parçası olarak görülen
Gebze, İstanbul’un Anadolu’ya açılan kapısı Kocaeli Yarımadası üzerindeki
konumundan ötürü her dönem önemli bir yerleşim olmuştur. İzmit Körfezinin kuzey
kıyısında yer alır ve 2008 yılına dek kendisine bağlı olan Dilovası, Çayırova,
Darıca ve yine Kocaeli’ne bağlı Körfez İlçelerinin yanı sıra, İstanbul’un Tuzla
ve Şile ilçeleriyle komşudur.

Gebze’nin bilinen yerleşim tarihi M.Ö 4.yy’a kadar
uzanır. Avrupa ile Asya arasındaki göç yolları üzerinde bulunan Gebze’de daha
önceki dönemlerde de yerleşim olduğu düşünülmektedir, ancak o döneme ait
yeterine bilgi yoktur. M.Ö 377 ile M.Ö 64 yılları arasında varlığını sürdüren
ve başkenti Nicomedia (bugünkü İzmit) olan Bitinya Krallığı döneminde Gebze civarında
Dakibyza ve Libyssa adında yerleşimlerin olduğu bilinmektedir. Bu
yerleşimlerden Dakibyza, bugünkü Gebze merkezinin civarını, Libyssa ise
günümüzde Dilovası İlçesi sınırlarında kalan Diliskelesi bölgesini işaret eder.
Bu her iki yerleşim de, her daim tarihçilerin, araştırmacıların büyük ilgisini
çekmiştir. Bu ilginin başlıca kaynağı Kartacalıların efsane komutanı
Hannibal’dir.

Zira, Hannibal, M.Ö 202 yılında Zama Muharebesi’nde Romalılara
yenik düşünce, Bitinya Krallığına sığınmış, yaklaşık 20 yıl Gebze civarında
yaşamış, M.Ö 183-182 yıllarında, Bitinyalı yetkililer tarafından Romalılara
teslim edileceğini anlayınca, yüzüğündeki zehri içip intihar ederek, yine
burada hayatına son vermiştir. Çok uzun yıllar boyunca Hannibal’ın mezarının
nerede olduğu büyük tartışmalara neden olmuştur. 1935 yılında, Atatürk,
Hannibal’ın mezarının yerinin bulunması için bazı kurumları görevlendirmiş,
ancak mezar bulunamamıştır. Buna rağmen, 1981 yılında, Gebze’deki TÜBİTAK
arazisinin içerisinde kalan bir tepeye Hannibal Tepesi adı verilmiş, buraya
Hannibal’ın büyük bir anıtı yapılmış ve burası Hannibal’ın mezarı olarak kabul
edilmiştir. Sonraki yıllarda, bu civarda yapılan bir kazıda kemik kalıntılarına
rastlanmış ve bu kemiklerin Hannibal’a ait olduğu düşünülmüştür. Kısacası,
Hannibal’ın yaklaşık 20 yıl Gebze’de yaşadığı, Gebze’de öldüğü ve mezarının
Gebze’de bulunduğu kesin bir gerçektir, fakat mezarının tam yerine dair net bir
bilgi yoktur. Ben, şahsen Hannibal’ın yaşadığı ve öldüğü yerden ‘‘Lybissa’’
olarak söz edilmesinden yola çıkarak, bu yerin Gebze’nin doğusunda, Diliskelesi
yakınlarında olabileceğini düşünüyorum. Özellikle, 1960’lı yıllarda, yine
Hannibal’ın mezarını bulmak için yapılan kazılarda bir manastır kalıntısı ve
kemiklerin bulunduğu, Dilovası yakınındaki Gebles ve Yılanca Tepelerinin civarı
büyük ihtimal dahilinde diye düşünüyorum.

Gebze’de Bitinya Krallığı hakimiyetini, sırasıyla Pers,
Roma, Bizans ve Osmanlı Dönemleri takip eder. Gebze merkezinde gözlemlediğim
kadarıyla kentin Bizans Döneminden bugüne gelebilmiş tek eserler, görülmeye
değer, oldukça etkileyici büyük bir sarnıç, su yolları kalıntıları ve sütun
başlıkları.
Gebze’nin Osmanlı toprağına katılması ise, Orhan
Gazi’nin 1330 yılında Bizanslılarla girdiği savaştan galip çıkmasıyla olmuştur.
Fethin ardından Orhan Gazi, Gebze’de kendi adını taşıyan bir cami yaptırmıştır
ki bugün 700 yaşına yaklaşmak da olan bu cami halen ayaktadır ve Gebze’deki en
eski Osmanlı mirasıdır.


Osmanlı Dönemi boyunca, Anadolu’ya ve Bağdat’a giden
yollar üzerinde kurulu olan Gebze Kasabası çok büyük önem taşımıştır. Bu
dönemde Gebze’nin Gekbuze’dir. Ancak bazı kayıtlarda Gekvize, Gökboza ve
Gökbuza gibi farklı isimlere de rastlanır. Tarihçilerin çok büyük bir kısmı, bu
ismin, kentin Antik Çağdaki ‘‘Dakibyza’’ ve ‘‘Libyssa’’ isimlerinden türediği
konusunda hem fikirdir. Ancak, Gebze isminin, bu kentin bir dönem Osmanlı ve
Bizans arasında çok sık el değiştirmesi ve her iki taraf için de özlenen bir yer
olması dolayısıyla ‘‘gel bize’’ sözünden türediğine dair de görüşler de vardır.
Her ne kadar, 16.yy’da Gebze’yi ziyaret eden, Sultan Orhan Camii ve Çoban
Mustafa Paşa Külliyesinden büyük bir övgüyle bahsettikten sonra, Gebze’yi,
denize
bir saat uzakta, denize hâkim bir tepe üzerinde kurulu, tüm evlerinin çatıları
kırmızı kiremitle kaplı, suları kuyu suyu, bağlık, bahçelik, havası hafif ve
tatlı bir kasaba diye tasvir eden Evliya Çelebi de bu görüşü savunsa da, bu
iddiaya yine de oldukça şüpheyle yaklaşmak gerekir sanırım.



Osmanlı Dönemi boyunca, dönem dönem Üsküdar, İzmit,
Kocaeli gibi farklı sancaklara bağlanan Gebze, birçok önemli olaya tanıklık
eder, birçok muhteşem eserle donatılır. Fatih Sultan Mehmed, 1481 yılında, doğu
yönünde bir sefer hazırlığı esnasında, Gebze ilçesi sınırları içerisinde,
Çayırova yakınında bulunan Hünkâr Çayırı’nda vefat eder. İki yıl önce ziyaret
ettiğim Hünkâr Çayırı çok güzel bir yer, tarihî bir köprü ve tarihî bir çeşme
de bulunuyor. Ancak, ne var ki yeterince tanıtıldığını ve hak ettiği değeri
gördüğünü düşünmüyorum. 16.yy’a gelindiğinde, Osmanlı devlet adamı ve Yavuz
Sultan Selim’in kızı Hanım Hatun ile evli olan Çoban Mustafa Paşa, Gebze’de çok
büyük bir külliye inşa ettirir (1523). Cami, türbe, medrese, imaret, kütüphane,
darüşşifa, paşa odaları, kervansaray ve hamamdan oluşan bu külliye günümüzde de
tüm ihtişamıyla Gebze’nin göbeğinde adeta bir mücevher gibi parlamaktadır.


1871
yılında Haydarpaşa-İzmit demir yolunun hizmete girmesi ve Gebze İstasyonunun
açılmasıyla zaten oldukça önemli bir güzergâh üzerinde, oldukça önemli bir
yerleşim olan Gebze’nin önemi ve nüfusu daha da artmıştır.
Osmanlı Döneminin sonunda, 13 Temmuz 1920’de
İngilizler, 1921’de Yunanlılar tarafından işgal edilen Gebze, 12 Ekim 1922’de
düşman işgalinden kurtulmuştur. Daha önce de belirttiğim gibi, Osmanlı
Döneminde kâh Üsküdar, kâh İzmit Sancaklarına bağlı kalan Gebze, Cumhuriyetin
ilanının ardından Kocaeli İline bağlı bir ilçe statüsüne getirilmiştir.
İstanbul’a ve ulaşım ağlarına olan yakınlığı
dolayısıyla sanayiciler tarafından tercih edilen Gebze ve civarında ilk
fabrikalar, Osmanlı’nın son dönemlerinde kurulmuş olsa da (Hereke Halı
Fabrikası, Darıca ve Eskihisar’da çimento fabrikaları), Gebze’nin, bir diğer
Kocaeli İlçesi Dilovası ile birlikte Türkiye’nin en yoğun sanayiye sahip iki
ilçesinden birisi olması, 1950’lerden sonraki döneme denk gelir. GOSB (Gebze
Organize Sanayi Bölgesi) 1985 yılında kurulmuştur. Gebze’de bunun dışında başka
organize sanayi bölgeleri ve bağımsız bölgelerde yer alan fabrikalar da göz
önünde bulundurulduğunda, ilçedeki fabrika sayısı 1000 civarı olmalıdır. Bu,
Gebze’nin gençleri için iş imkânı açısından çok büyük avantaj sağlasa da, çevre
kirliliği açısından sorun teşkil etmektedir. Komşusu Dilovası kadar olmasa da
Gebze de, hava kirliliğinin en yüksek olduğu ilçelerden biridir. Gebze’de
sanayinin bu denli gelişmiş olması, iç göçü de beraberinde getirmiş ve
Gebze’nin etnik yapısını zenginleştirmiştir. Yerel halkı daha çok Manav
Türkleri ve Balkan göçmenlerinden oluşan Gebze, en çok Karadeniz, Marmara ve
Doğu Anadolu bölgelerinden göç almıştır. Çok eskiden ağırlıklı olarak tarıma
dayanan ekonomisi günümüzde neredeyse tamamen sanayiye dayanmaktadır. Gebze’de
sohbet ettiğim bir arkadaşın söylediklerini hiçbir yorum katmadan birebir
aktarıyorum: « Bir işçi cennetidir Gebze. Kimse işsiz kalmaz hemen hemen.
Sayısız fabrika vardır, çarşıda birisiyle tanışırsınız, gel yarın işe başla
der. Çalışmak içindir Gebze, havası pistir. Dilovası’na göre daha iyiyiz. Ama
burada da bazı geceler fabrikalardan gelen kokulardan cam açılmaz oluyor.
Gariban, çalışan muhitidir genelde Gebze, işçiler yaşar. Beyaz yakalılardan az
da olsa yaşayan vardır Gebze’de, işverenlerin, fabrika sahiplerinin hiçbirisi
ise Gebze’de oturmaz.»


Kısaca size, üç yıl boyunca (2011-2014) çalıştığım,
havasını solduğum, ilçe merkezini ise ancak yıllar sonra, evvelki gün detaylıca
gezdiğim Gebze’den, Gebze’nin tarihinden söz etmeye çalıştım. Her ne kadar,
yoğun sanayi, hava kirliliği, kalabalık, çarpık yapılaşma gibi birçok olumsuz
noktası olsa da Gebze, çoğu kişinin sandığının aksine tarihî açıdan çok zengin
bir ilçe.
Ben özellikle Eski Çarşıyı çok beğendim. Gebze merkezde iki tane
tarihi cami, iki tane tarihî hamam, bir büyük külliye, birçok çeşme ve türbe, birkaç
eski konak, bir tarihî su dolabı ve bir adet Bizans Döneminden kalma büyük bir
sarnıç bulunuyor.
İnsanları genelde samimi, yardımsever ve hoşsohbet. Gebze,
mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer. Ayrıca, bu saydığım tüm güzellikler
sadece Gebze Merkezde, daha yine Gebze’ye bağlı Eskihisar var, Ballıkayalar
var, tabiat parkları var, yıllar önce Adapazarı dönüşü geçtiğim ve çok
beğendiğim doğayla iç içe Mollafenari, Balçık, Pelitli gibi köyler var. Kısaca
Gebze sadece sanayi ve hava kirliğiyle anılmayı değil, keşfedilmeyi, gezilmeyi
ve sevilmeyi hak ediyor.
(Gebze'de yer alan tarihî eserlere dair tek tek ve daha detaylı bilgi ve fotoğraflar önümüzdeki günlerde eklenecektir.
Gebze'de Bulunan Tarihî Eserler:
Gebze Bizans Sarnıcı

Gebze İlçe Merkezinde, kentin tarihî çekirdeğini
oluşturan Eski çarşıda, 1664 yılında inşa edilen İbrahim Paşa Çeşmesinin, 1523
tarihli Çoban Mustafa Paşa Hamamının, yaklaşık 1000 yıllık bir sarnıcın ve
asırlık çınarların süslediği, insanın ruhuna huzur veren çok güzel bir meydan
bulunur. Çeşmenin ve hamamın kuzeybatısında bulunan, Bizans dönemine ait bu su sarnıcı,
10-12.yy arasında inşa edilmiştir ve Gebze’de, gün yüzüne çıkarılmış en eski
tarihî eserdir. Yıllarca yeraltında gizli kaldıktan sonra, 2015-2016
yıllarında, meydan düzenlemesi için yapılan kazılar esnasında ortaya çıkan bu
sarnıç, doğal bir kayaya oyularak yapılmıştır. Tuğla örülü ve aralarında geniş
bir boşluk olan iki beşik tonozun altında yer alan muazzam güzellikteki bu
sarnıç, yaklaşık 20 metre derinliğindedir. Aynı meydanda bulunan hamam ve
çeşme, sarnıçtan 100’lerce yıl sonra inşa edilmiştirler, ancak bu eserler inşa
edilirken sarnıçtan da yararlanıldığı düşünülmektedir. Sarnıcın yanından, hamam
ve çeşme yönüne doğru uzanan, tıpkı sarnıç gibi günümüzde üzeri camekân ile
örtülerek sergilenen, pişmiş topraktan yapılmış su boruları (künk) bunu
düşündürmektedir.

1000 yıl öncesinden günümüze gelmeyi başarmış, asırlar
boyunca su gibi en temel ihtiyacı karşılamış bu sarnıcın tesadüfen de olsa gün
yüzüne çıkarılması, korunması çok güzel. 20 m. derinliğindeki sarnıcın
üzerindeki camekânda yürürken adeta, kimi kanyonların üzerine eklenmiş küçük
bir cam terasta yürüyor hissine kapılıyorsunuz. Ne var ki, camekânlar çok
tozlu, sarnıç çok net görülemiyor, hele ki çektiğim fotoğraflarda ne yazık ki
neredeyse hiçbir şey belli olmuyor. Her gün üzerinde 100’lerce insanın yürüdüğü
bir camekânı her daim şeffaf, pırıl pırıl tutmak da pek kolay olmamalı zaten.
Tüm bu sebeplerden bu sarnıcı, gerekli önlemler alınarak, belirli saatlerde
halkın erişimine açmak, hatta bu vesileyle çok zengin olan tarihî kimliği hep
sanayisinin altında ezilmiş, fazla ön plana çıkamamış olan Gebze’ye turistik
bir değer kazandırmak mümkün olamaz mı? Zira bu sarnıç, belki bir Yerebatan ya
da Şerefiye Sarnıcı kadar ihtişamlı olmasa da hiç de yabana atılacak bir sarnıç
değil. Doğal bir kaya oyularak ve çok özenilerek yapılmış, büyük sayılabilecek
ve asırlarca Gebze’nin su ihtiyacına cevap vermiş 1000 yıllık bir sarnıç…
Faydalandığım kaynak: Gebze’de bir Bizans Sarnıcı,
Rıdvan Gölcük-Esra Kahraman, Uluslararası Gazi Süleyman Paşa ve Kocaeli Tarihi
Sempozyumu-3
Köşklü Çeşme
Gebze’de,
merkez yerleşimin batı kısmında, Eski Bağdat Caddesi üzerindeki bir parkın içerisinde
yer alan bu çeşmemiz 1780 yılında Burhan İbrahim Beşe adlı bir hayırsever
tarafından Molla Mustafa’nın ruhunu şâd etmek için yaptırılmıştır. (Bazı
kaynaklarda kitabede geçen Beşe sözcüğünün aslında Paşa olduğu, çeşmeyi
yaptıranın İbrahim Paşa olduğu iddia edilmektedir.)
Kaba taştan (yığma, moloz) yapılmış, tek cepheli, düz çatılı, haznesiz,
dikdörtgen planlı bir çeşmedir. Üzeri , son olarak yeşil
renkli boyayla sıvanmıştır. 2,14 m. yüksekliğinde, 3, 14 m. genişliğindedir.
Kitabesi ve ayna taşı mermerdendir. Yuvarlak bir kemer ve iki adet pilaster (sütünce)
ile çevrilmiş mermer ayna taşı üzerinde süsleme olarak bitkisel bir kabartma
bulunur. Ayna taşının yukarısında, çeşmenin yuvarlak kemerinin altında mermer bir kaide üzerinde yer alan kitabesinde:
‘‘ Bu çeşme….. burhanın
Cehennemden azad eyleye Allah canın
Sahibü’l hayrat ve’l -hasenât
Burhan
İbrahim Beşe (Pasa?)
Mustafa ruhi şeriflerine el-Fâtiha,
Sene 1134’’
yazmaktadır.
Dikdörtgen,
taştan yapılmış küçük bir teknesi vardır.
1989
yılında büyük bir onarım geçiren çeşme, 1990 yılında, ‘‘Korunması gereken
kültür varlığı’’ olarak tescillenmiştir.
Suyu
akmaktadır.
Faydalandığım
kaynaklar: Gebze Çeşmeleri, Ahmet Yavuz Yılmaz, : kocaelikitabeleri.wordpress.com