16 Ekim 2025 Perşembe

Tarih Kokan Şehir Tokat'ın Çeşmeleri

 Yurdumuzun kuzeyinde, Karadeniz Bölgesinin Orta Karadeniz Bölümünün iç kesiminde yer alan Tokat İlimizi ilk kez yaklaşık bir yıl önce, Kasım 2024'de ziyaret ettim ve çok sevdim. Bitki örtüsü açısından zengin doğası, çok çeşitli sebze ve meyvelerin yetiştiği verimli toprakları, insanları ve tarihsel zenginliğiyle Tokat, mutlaka görülmesi gereken illerimizden biri. Merkez dışında Niksar, Turhal ve Zile İlçelerini de gezdim ve hayran kaldım. Özellikle Niksar'ın ve Zile'nin merkez yerleşimleri, tıpkı Tokat Şehir Merkezi gibi her adımı tarih kokuyor, evlerinin mimarisi, sokakları insana huzur katıyor. Adeta, Anadolu'nun bağrında bir açık hava hava müzesi olan Tokat ve ilçelerine ilişkin paylaşımlarımı, aralıklarla sosyal medya hesaplarımda yayınlıyorum. Bu blog sayfamda ise özel bir çalışma yapıp, geçmişten, atalarımızdan bize miras kalan, insanoğlunun en temel ihtiyacı olan suyu bizlerle buluşturan Tokat Şehir Merkezindeki tarihî çeşmeleri kısaca tanıtmak istedim. Belki eksiğim vardır, ancak Tokat Merkezde toplam 15 adet tarihî çeşme saptayabildim. Şimdi bu çeşmelerimizi, çektiğim fotoğraflar ve haklarında kısa bilgilerle sizlere sunuyorum. Umarım keyifle okursunuz... 




1) Bekir Paşa Çeşmesi

Kabe-i Mescid Mahallesi'nde, Kuyumcular Çarşısının yakınında, Bekir Paşa Sokak'a, sokağın Kuyumcular Caddesi ile birleştiği güney yönünden girer girmez sağ kanatta, oldukça zarif bir çeşme çarpar gözünüze. 




Çeşmenin kitabeliğinin içi boş olduğundan yapım tarihi ve banisi bilinmez. Mehmet Mercan ve Mehmet Emin Ulu tarafından 2003 yılında hazırlanan "Tokat Kitabeleri" adlı eserde, bu çeşmenin isminin Bekir Paşa Çeşmesi olduğu ve 1596 yılında inşa edildiği belirtilmiş, ancak kaynak bildirilmemiştir. 
Çeşmenin mimarî üslubu ve süslemeleri, daha çok 18.yy sonu-19.yy başı Osmanlı Çeşmelerini andırmaktadır. Tokat tarihinde Bekir Paşa ise (Bekir Sıtkı Paşa), 1897-1902 tarihleri arasında Tokat Mutasarrıflığı (Tokat Sancağının yöneticisi) yapmıştır. Kısacası, çeşmenin yapım tarihi ve banisi hakkında bir belirsizlik söz konusudur. 
Çeşme, iki adet mermer blok ve taş bir kurnadan oluşmakta olup, 130 cm. yüksekliğinde, 58 cm. genişliğindedir.


Çeşmeyi oluşturan iki bloktan üsttekinde, şekilli bir çerçeve içerisine alınmış, fakat içi boş olan bir kitabelik bulunur. Alttaki blok ise, çeşmenin ayna taşını oluşturmaktadır. Hem kitabelik, hem de ayna taşı iki yanlarından örgü motifli bir silmeyle sınırlandırılmıştır. Ayna taşı, bu silmelere ilaveten, daha içeriden ve yine her iki yandan yedişer adet lale motifiyle çevrilmiştir. Ayna taşının tam ortasında ise tabanı istriidye kabuğu şeklinde tasarlanmış bir vazo ve bu vazodan çıkan lale motifleri yer almaktadır.
 

Çeşmenin iki adet musluğu, bu vazo figürünün iki yanına yerleştirilmiştir. 
Çeşmenin kurnası ise köşeleri yumuşatılmış bir dikdörtgen biçimindedir. 


2016 yılında Tokat Belediyesi tarafından restore edilen çeşmenin suyu akmaktadır. 


                                                     2) Ali Paşa Hamamı Çeşmesi


Alipaşa Mahallesi'nde, şehrin en ünlü hamamı Ali Paşa Hamamının duvarına bitişik, hamamın erkekler bölümü giriş kapısının hemen yanında bulunan bu çeşmenin kitabesi olmadığından yapım yılı tam olarak bilinmez, fakat, hamam ile birlikte 1572 yılında inşa edildiği kabul edilir. Nitekim, çeşmenin mimarîsi de 16.yy klasik Osmanlı Çeşmelerini yansıtmaktadır.
Çeşme, tamamen, hamamın cephesinde aynısı kullanılan kesme taştan inşa edilmiştir.
Basık bir sivri kemeri vardır. Çeşmenin tek süsleme öğesi bu sivri kemerin kilit taşında yer alan kabartma gülbezek motifidir. 
Bir adet musluğu ve dikdörtgen biçimli geniş bir kurnası vardır ve suyu akmaktadır. 


                                                 3) Taşhan Avlusundaki Çeşme



Tokat'ın en ünlü hanlarından, Vovyoda Han olarak da bilinen, 1626-1632 yılları arasında inşa edilmiş Taşhan'ın avlusunda yer alır. Mimarî öğelerinden yola çıkarak, çeşmenin Taşhan'dan epey sonra 19.yy'da inşa edildiği düşünülmektedir.
Özellikle üzerindeki süslemelerin zenginliği ile dikkat çeken çeşme, dikdörtgen planlı olup, dikdörtgen biçimli bir ayna taşı, bu ayna taşını taşıyan bir kaide ve kaidenin ortasında, kaideyle aynı yükseklikte, yine dikdörtgen formlu bir kurnadan oluşmaktadır. 
Çeşme, yaklaşık 1 metre yükseklikte olup taştan inşa edilmiştir.


Ayna taşı, üç yönden iki sıra profille çevrilmiştir. Bu profillerin hemen altında, ayna taşının yukarısında ve her iki tarafında birer adet kabartma çiçek motifi bulunur. Ayna taşının orta kısmında halat biçimli bir silme sayesinde bir kemer görüntüsü sağlanmıştır. Kemerin dış kısımları yaprak ve dal motifleri, iç kısmı ise ağaç, çiçek, dal, yaprak ve nar motifleriyle süslenmiştir. Ayrıca, kemerin dışında, hemen üstünde, karşılıklı iki dal üzerine oturmuş birer kuş motifi de bulunur.
Çeşmenin kurnası ise 122 X 59 cm ölçülerindedir. Kurnanın üst kısmı bir sıra kurt dişi motifiyle, üzeri ise yaprak motifleriyle süslüdür.
Çeşmenin iki adet musluğu vardır ve suyu akmaktadır.   








4) Rüstem Çelebi Camii Çeşmesi


Tam olarak yapım tarihi bilinmeyen, ancak mimarî öğeleri ve yapı tekniğinden yola çıkarak 15.yy'da inşa edildiği saptanan ve Güdük Minare Camii olarak da bilinen Rüstem Çelebi Camii'nin önünde yer alan ve ne yazık ki bugün, önemli bir bölümü yer altında kalmış olan bu çeşmenin de camiyle birlikte 15.yy'da yapıldığı düşünülmektedir.


Yuvarlak kemerli, sade bir çeşmedir. Kemerinde, kırmızı ve beyaz renkte taşlar sırayla dizilmiştir ki bu özelliğiyle Tokat'ta, renkli taşlara sahip tek çeşmedir. Kemer ile ayna taşı arasındaki alan tuğla ile örülmüştür. Ayna taşının ise kesme taştan yapıldığı anlaşılmaktadır. Ne var ki ayna taşının büyük bir bölümü ve kurnası yer altında kalmıştır.

Kitabesi mevcut değildir ve suyu akmamaktadır. 


1904 ile 1938 arası bir tarihe ait bu eski fotoğraf, Fransız mimar, sanat tarihçi ve seyyah Albert Gabriel tarafından çekilmiştir. 

                                                         5) Alaca Mescit Çeşmesi


Camiikebir Mahallesinde, 1300 yılında, Selçuklu Döneminde inşa edilmiş olan Alaca Mescit'in avlu duvarının dış cephesinde yer alır. 



İnşa tarihi ve banisi ne yazık ki bilinmemektedir. Zira, üzerinde yer alan kitabe, yine bu mahallede bulunan ve bugüne gelemeyen bir çeşmeden sökülüp bu çeşmenin üzerine taşınmıştır.


Mimarî öğelerinden yola çıkarak, çeşmenin16.yy'da yapılmış olabileceğini düşünüyorum.

Kesme taştan inşa edilmiş, sivri kemerli çeşmede herhangi bir süsleme öğesi bulunmamakta. Bir tanesi kırılmış iki adet musluğu, düz, sade bir ayna taşı ve ayna taşının hemen yukarısında hayli küçük bir maşrapa boşluğu mevcut.

Her iki yanında birer dinlenme sekisi bulunan ve kısmen yol seviyesinin altına inmiş olan teknesi kare biçimli. Çeşmenin alınlık bölümünde, aynı mahalledeki yıkılmış olan diğer çeşmeden taşınan kitabe bulunuyor. Çatı ya da sundurma gibi herhangi bir koruma öğesi mevcut değildir. 

Çeşmenin suyu akmaktadır. 

6) Ulu Cami Çeşmesi



İlk olarak 12.yy sonlarında, Dânişmendliler tarafından yaptırılan, 1679 yılında Sultan 4.Mehmet tarafından, yıkılmış olan caminin yerine yeniden inşa ettirilen, Camiikebir Mahallesi'ndeki Ulu Cami'nin kuzey batısında, avlu duvarının dış cephesinde yer alan çeşme, üzerindeki kitabeden anlaşıldığı üzere 1802-1803 yıllarında (Hicrî 1217) inşa edilmiştir.
Taştan yapılmış, oldukça sade üsluptaki çeşmenin, tek bir blok halinde, dikdörtgen biçimli bir ayna taşı vardır. Ayna taşı, içinde sadece inşa tarihinin yazdığı bir kitabenin bulunduğu bir kaş kemer motifi ile hareketlendirilmiştir. 130 X 76 cm ölçülerinde, 90 cm yüksekliğindeki çeşmenin dikdörtgen biçimli, taştan yapılmış bir kurnası bulunur.



Çeşmenin sonradan eklenmiş demir bir musluğu vardır ve suyu akmaktadır. 














7) Paşa Hamamı Çeşmesi-1



1434 yılında Yörgüç Rüstem Paşa tarafından yaptırılan Paşa Hamamının kuzeye bakan cephesinde yer alır. Hamamla birlikte inşa edildiği düşünülen yaklaşık 600 yıllık bir çeşmedir. 
Taştan inşa edilmiş, yuvarlak bir kemerli bir çeşmedir. Ayna taşı üzerinde küçük bir maşrapa boşluğu bulunur. 

Ne yazık ki çeşmenin çok büyük bir kısmı zemin seviyesinin altında, toprağa gömülü bir vaziyettedir. 

8) Paşa Hamamı Çeşmesi-2



1434 yılında Yörgüç Rüstem Paşa tarafından yaptırılan Paşa Hamamının doğuya bakan duvarı üzerinde, hamamdan epey sonra (muhtemelen 19. ya da 20.yy) kesme taş ve harç kullanılarak yapılmış bir çeşmedir. Bir adet musluğu, iki yanında birer dinlenme sekisi bulunan dikdörtgen biçimli büyük bir teknesi vardır. 

Suyu akmaktadır. 













9) Takyeciler Camii Batısındaki Çeşme

15.yy eseri Takyeciler Camii'nin, biri batısında, diğeri kuzeyinde iki adet çeşme bulunur. Bu çeşmelerden, caminin batısında bulunanı 1911 yılında inşa edilmiştir. 



Çeşmenin üst kısmı, kemeri ve kurt dişi dolgulu frizden oluşan saçağı tuğladan, ayna taşı ve teknesi ise beyaz taş bloktan yapılmıştır. Yuvarlak bir kemeri vardır.

Ayna taşı süslemesiz ve sade, teknesi dikdörtgen biçimlidir. Teknesinin önünde, dolu savağı olarak da anılan, fazla suyun tahliye edilmesine yarayan bir boşluk, çeşmenin önünde, yerde ise fazla suyun içine aktığı, ortası delik metal bir kapak bulunur.



Çeşmenin, bir adet musluğu vardır.
Sekiz mısralık kitabesi, mavi bir zemin üzerine sekiz ayrı kartuş içine işlenmiştir.



Bu kitabede Osmanlıca olarak:

''Çeşme-sari bak lisânı hâl ile
Söylüyor her dem sana atşân-ı sebil
Gel tahâret eyle pâk et kalbini
Bul huzuru da namazı öyle kıl
Kıldı erbâb-ı mürüvvet ittifak
Ettiler icrâ bu câya selsebil
Hall-işüphe et oku tarihini
Erdi bin üçyüz dahi otuza yıl (Miladî 1911)
Ameli Muhammed''

Günümüz Türkçesiyle ise:
''Su akan çeşmeye bak, lisanı hal ile
Söylüyor her zaman sana susamışlığını
Gel temizle kalbini abdest ile
Huzuru bul da namazı öyle kıl
Güzel insanlar ittifak etti,
Bu yere bu çeşmeyi akıttılar
Şüpheni yok et, oku tarihini
Ulaştı bin üç yüz otuza yıl (Miladî 1911)''

yazmaktadır. 
 
Çeşmenin suyu akmaktadır.

10) Takyeciler Camiinin Kuzeyindeki Çeşme

Takyeciler Camii'nin batısının dışında, kuzeyinde de bir çeşme bulunur. 


Günümüzde sadece ayna taşı ve kurnadan ibaret kalmış olan bu çeşme, blok taştan inşa edilmiştir. 
Kitabesi olmadığı için yapım yılı ve banisi bilinmemektedir. Ancak, 19.yy eseri olduğu tahmin edilmektedir. 
Çeşmenin cephesinin iki yanında kurt dişi dolgulu profillerle, yüzeysel bir niş oluşturulmuştur. Çeşmedeki tek süsleme öğesi, ayna taşının üzerinde yer alan iki adet servi motifidir. Bu motiflerin hemen yukarısında iki tane musluk bulunur.
Çeşmenin kurnası dikdörtgen biçimlidir. Kurnanın önünde küçük bir dolu savağı (gider deliği) yer alır.



Çeşmenin suyu akmaktadır.  

11) Sultan Hamamı Çeşmesi


Tıpkı Ali Paşa Hamamı, Pervane Hamamı, Paşa Hamamı, Mustafa Paşa Hamamı gibi Tokat'ın tarihî hamamlarından biri olan, 800 yıllık, 13.yy eseri Sultan Hamamının avlusunda bir de tarihî çeşme bulunur. Çeşmenin yapım tarihi ile ilgili bir bilgi bulamadım ne yazık ki. Hamamla birlikte 13.yy'da da inşa edilmiş olabilir, daha sonraki yüzyıllarda da hamamın dış cephesine eklenmiş olabilir.




Klasik üslupta, tuğladan örülmüş olan çeşme, sivri kemerlidir.  Mermerden yapılmış, dikdörtgen biçimli bir teknesi vardır ve suyu akmaktadır. 

12) Çoksular Sokak Çeşmesi



Cemalettin Mahallesinde, Çoksular Sokak ve Turhan Sokak'ın köşesinde, oldukça harap durumda olan bu çeşmenin kitabesi olmadığı için yapım tarihi bilinmese de, mimarî özelliklerinden yola çıkarak 19.yy'a ait bir Osmanlı Dönemi çeşmesi olarak kabul edilir. 



Kesme taştan, sade bir üslupla inşa edilmiş olan çeşmenin tuğladan örülmüş sivri bir kemeri vardır. Bu kemerin altında, aynı şekle sahip, bu kez kesme taştan yapılmış bir kemer daha bulunur. Ayna taşı hizasından itibaren yer altına gömülmüştür. Tuğladan örülü sivri kemerinin bir kısmı kırılmış, çeşmenin cephesini oluşturan taşların bir bölümü yıkılmıştır. Ziyaret ettiğim Kasım 2024 tarihiyle, Dört Lüleli Çeşme ile birlikte, Tokat'ın en kötü durumdaki iki çeşmesinden biri olduğunu söyleyebilirim. 





13) Dört Lüleli Çeşme



Cemalettin Mahallesi'nde, adını verdiği Dört Lüleli Sokak ile Saadet Sokak'ın birleştiği noktada yer alan bu çeşme, belki de ziyaret ettiğimde etrafını kaplayan sonbahar yapraklarının oluşturduğu panoramadan olsa gerek, beni en çok etkileyen Tokat çeşmesi oldu.

19.yy'da inşa edildiği bilinen, ancak banisi belli olmayan çeşme, tamamen kesme taştan inşa edilmiş. Yuvarlak bir kemeri var, ayna taşı üzerinde dört adet lüle (musluk) deliği olduğu bilinmektedir (yapraklar kapattığı için fotoğraflayamadım). Bu deliklerin hemen üzerinde ise bir adet küçük bir maşrapa boşluğu bulunuyor. Çeşmenin ayna taşı seviyesinden aşağısı toprağa gömülmüş durumda ve suyu akmıyor.  
















14) Ebu'l Kâsim-ı Tusî (Ali Tusî) Türbesi Çeşmesi


Selçuklu hükümdarı 1.Alaeddin Keykubat'ın veziri Ebu'l Kasım Tusî tarafından, kendisi hayattayken 1234 yılında inşa ettirilen türbenin Sulu Sokak'a bakan ön cephesinin üzerinde yer alır. Türbe, halk arasında daha çok Ali Tusî Türbesi olarak bilinir ancak bu isim türbede yatan Ebu'l Kâsım Tusî'nin babasına aittir. 
Çeşme, türbenin yapımından yüzyıllar sonra (Osmanlı Dönemi olmalı), duvar oyularak yapılmıştır. Yuvarlak bir kemeri vardır ve taştan inşa edilmiştir. Bir bölümü yer seviyesinin altında kalmıştır ve suyu akmamaktadır. 



15) Mevlevihane Bahçesindeki Çeşme


Tokat Mevlevihanesinin bahçesinde bulunan bu çeşmeyle ilgili ne yazık ki herhangi bir bilgi bulamadım. Klasik üslupta, taştan inşa edilmiş olan çeşmenin şekilli bir çerçeve içine alınmış olan ayna taşının iki yanında birer servi ağacı motifi, ayna taşının yukarısında ise bir çarkıfelek motifi bulunuyor. Çerçevenin dış kısmında ise birer çiçek motifi yer almakta. Çeşmenin alınlık bölümünde besmele ve tek satırlık kitabe bulunuyor. Musluğunun üzerinde çok küçük, etrafı şekilli bir çerçeveyle çevrilmiş küçük bir maşrapa boşluğu var. Çeşmenin kurnası ise dikdörtgen biçimli.





Mevlevihanenin inşa tarihi 18.yy, ancak çeşmenin kitabesinde Hicrî 1327 yılı tarihi okunmakta. Bu da, Miladî olarak 1909-1910 yıllarına denk geliyor.















Faydalandığım kaynak: Tokat Sempozyumu (Cilt 2, Prof. Dr. Ali Açıkel, Yrd. Doç. Dr. Samettin Başol, Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Solmaz, Öğrt. Gör. Murat Hanilçe, 2012)











24 Haziran 2024 Pazartesi

İstanbul’un Yanı Başında, Sanayi, Tarih ve Doğal Güzelliklerin Harmanlandığı bir Kadim Yerleşim: Gebze

 



Bugün, Kocaeli’ne bağlı bir ilçe olan, ancak gerek yakınlığı, gerek ulaşım ağı (Halkalı ile Gebze arasında çalışan Marmaray ve Harem-Gebze minibüsleri) dolayısıyla İstanbul’un bir parçası olarak görülen Gebze, İstanbul’un Anadolu’ya açılan kapısı Kocaeli Yarımadası üzerindeki konumundan ötürü her dönem önemli bir yerleşim olmuştur. İzmit Körfezinin kuzey kıyısında yer alır ve 2008 yılına dek kendisine bağlı olan Dilovası, Çayırova, Darıca ve yine Kocaeli’ne bağlı Körfez İlçelerinin yanı sıra, İstanbul’un Tuzla ve Şile ilçeleriyle komşudur.

Gebze’nin bilinen yerleşim tarihi M.Ö 4.yy’a kadar uzanır. Avrupa ile Asya arasındaki göç yolları üzerinde bulunan Gebze’de daha önceki dönemlerde de yerleşim olduğu düşünülmektedir, ancak o döneme ait yeterine bilgi yoktur. M.Ö 377 ile M.Ö 64 yılları arasında varlığını sürdüren ve başkenti Nicomedia (bugünkü İzmit) olan Bitinya Krallığı döneminde Gebze civarında Dakibyza ve Libyssa adında yerleşimlerin olduğu bilinmektedir. Bu yerleşimlerden Dakibyza, bugünkü Gebze merkezinin civarını, Libyssa ise günümüzde Dilovası İlçesi sınırlarında kalan Diliskelesi bölgesini işaret eder. Bu her iki yerleşim de, her daim tarihçilerin, araştırmacıların büyük ilgisini çekmiştir. Bu ilginin başlıca kaynağı Kartacalıların efsane komutanı Hannibal’dir.


Zira, Hannibal, M.Ö 202 yılında Zama Muharebesi’nde Romalılara yenik düşünce, Bitinya Krallığına sığınmış, yaklaşık 20 yıl Gebze civarında yaşamış, M.Ö 183-182 yıllarında, Bitinyalı yetkililer tarafından Romalılara teslim edileceğini anlayınca, yüzüğündeki zehri içip intihar ederek, yine burada hayatına son vermiştir. Çok uzun yıllar boyunca Hannibal’ın mezarının nerede olduğu büyük tartışmalara neden olmuştur. 1935 yılında, Atatürk, Hannibal’ın mezarının yerinin bulunması için bazı kurumları görevlendirmiş, ancak mezar bulunamamıştır. Buna rağmen, 1981 yılında, Gebze’deki TÜBİTAK arazisinin içerisinde kalan bir tepeye Hannibal Tepesi adı verilmiş, buraya Hannibal’ın büyük bir anıtı yapılmış ve burası Hannibal’ın mezarı olarak kabul edilmiştir. Sonraki yıllarda, bu civarda yapılan bir kazıda kemik kalıntılarına rastlanmış ve bu kemiklerin Hannibal’a ait olduğu düşünülmüştür. Kısacası, Hannibal’ın yaklaşık 20 yıl Gebze’de yaşadığı, Gebze’de öldüğü ve mezarının Gebze’de bulunduğu kesin bir gerçektir, fakat mezarının tam yerine dair net bir bilgi yoktur. Ben, şahsen Hannibal’ın yaşadığı ve öldüğü yerden ‘‘Lybissa’’ olarak söz edilmesinden yola çıkarak, bu yerin Gebze’nin doğusunda, Diliskelesi yakınlarında olabileceğini düşünüyorum. Özellikle, 1960’lı yıllarda, yine Hannibal’ın mezarını bulmak için yapılan kazılarda bir manastır kalıntısı ve kemiklerin bulunduğu, Dilovası yakınındaki Gebles ve Yılanca Tepelerinin civarı büyük ihtimal dahilinde diye düşünüyorum.

Gebze’de Bitinya Krallığı hakimiyetini, sırasıyla Pers, Roma, Bizans ve Osmanlı Dönemleri takip eder. Gebze merkezinde gözlemlediğim kadarıyla kentin Bizans Döneminden bugüne gelebilmiş tek eserler, görülmeye değer, oldukça etkileyici büyük bir sarnıç, su yolları kalıntıları ve sütun başlıkları.




















Gebze’nin Osmanlı toprağına katılması ise, Orhan Gazi’nin 1330 yılında Bizanslılarla girdiği savaştan galip çıkmasıyla olmuştur. Fethin ardından Orhan Gazi, Gebze’de kendi adını taşıyan bir cami yaptırmıştır ki bugün 700 yaşına yaklaşmak da olan bu cami halen ayaktadır ve Gebze’deki en eski Osmanlı mirasıdır.




Osmanlı Dönemi boyunca, Anadolu’ya ve Bağdat’a giden yollar üzerinde kurulu olan Gebze Kasabası çok büyük önem taşımıştır. Bu dönemde Gebze’nin Gekbuze’dir. Ancak bazı kayıtlarda Gekvize, Gökboza ve Gökbuza gibi farklı isimlere de rastlanır. Tarihçilerin çok büyük bir kısmı, bu ismin, kentin Antik Çağdaki ‘‘Dakibyza’’ ve ‘‘Libyssa’’ isimlerinden türediği konusunda hem fikirdir. Ancak, Gebze isminin, bu kentin bir dönem Osmanlı ve Bizans arasında çok sık el değiştirmesi ve her iki taraf için de özlenen bir yer olması dolayısıyla ‘‘gel bize’’ sözünden türediğine dair de görüşler de vardır. Her ne kadar, 16.yy’da Gebze’yi ziyaret eden, Sultan Orhan Camii ve Çoban Mustafa Paşa Külliyesinden büyük bir övgüyle bahsettikten sonra, Gebze’yi, denize bir saat uzakta, denize hâkim bir tepe üzerinde kurulu, tüm evlerinin çatıları kırmızı kiremitle kaplı, suları kuyu suyu, bağlık, bahçelik, havası hafif ve tatlı bir kasaba diye tasvir eden Evliya Çelebi de bu görüşü savunsa da, bu iddiaya yine de oldukça şüpheyle yaklaşmak gerekir sanırım.



Osmanlı Dönemi boyunca, dönem dönem Üsküdar, İzmit, Kocaeli gibi farklı sancaklara bağlanan Gebze, birçok önemli olaya tanıklık eder, birçok muhteşem eserle donatılır. Fatih Sultan Mehmed, 1481 yılında, doğu yönünde bir sefer hazırlığı esnasında, Gebze ilçesi sınırları içerisinde, Çayırova yakınında bulunan Hünkâr Çayırı’nda vefat eder. İki yıl önce ziyaret ettiğim Hünkâr Çayırı çok güzel bir yer, tarihî bir köprü ve tarihî bir çeşme de bulunuyor. Ancak, ne var ki yeterince tanıtıldığını ve hak ettiği değeri gördüğünü düşünmüyorum. 16.yy’a gelindiğinde, Osmanlı devlet adamı ve Yavuz Sultan Selim’in kızı Hanım Hatun ile evli olan Çoban Mustafa Paşa, Gebze’de çok büyük bir külliye inşa ettirir (1523). Cami, türbe, medrese, imaret, kütüphane, darüşşifa, paşa odaları, kervansaray ve hamamdan oluşan bu külliye günümüzde de tüm ihtişamıyla Gebze’nin göbeğinde adeta bir mücevher gibi parlamaktadır. 




1871 yılında Haydarpaşa-İzmit demir yolunun hizmete girmesi ve Gebze İstasyonunun açılmasıyla zaten oldukça önemli bir güzergâh üzerinde, oldukça önemli bir yerleşim olan Gebze’nin önemi ve nüfusu daha da artmıştır.



Osmanlı Döneminin sonunda, 13 Temmuz 1920’de İngilizler, 1921’de Yunanlılar tarafından işgal edilen Gebze, 12 Ekim 1922’de düşman işgalinden kurtulmuştur. Daha önce de belirttiğim gibi, Osmanlı Döneminde kâh Üsküdar, kâh İzmit Sancaklarına bağlı kalan Gebze, Cumhuriyetin ilanının ardından Kocaeli İline bağlı bir ilçe statüsüne getirilmiştir.

İstanbul’a ve ulaşım ağlarına olan yakınlığı dolayısıyla sanayiciler tarafından tercih edilen Gebze ve civarında ilk fabrikalar, Osmanlı’nın son dönemlerinde kurulmuş olsa da (Hereke Halı Fabrikası, Darıca ve Eskihisar’da çimento fabrikaları), Gebze’nin, bir diğer Kocaeli İlçesi Dilovası ile birlikte Türkiye’nin en yoğun sanayiye sahip iki ilçesinden birisi olması, 1950’lerden sonraki döneme denk gelir. GOSB (Gebze Organize Sanayi Bölgesi) 1985 yılında kurulmuştur. Gebze’de bunun dışında başka organize sanayi bölgeleri ve bağımsız bölgelerde yer alan fabrikalar da göz önünde bulundurulduğunda, ilçedeki fabrika sayısı 1000 civarı olmalıdır. Bu, Gebze’nin gençleri için iş imkânı açısından çok büyük avantaj sağlasa da, çevre kirliliği açısından sorun teşkil etmektedir. Komşusu Dilovası kadar olmasa da Gebze de, hava kirliliğinin en yüksek olduğu ilçelerden biridir. Gebze’de sanayinin bu denli gelişmiş olması, iç göçü de beraberinde getirmiş ve Gebze’nin etnik yapısını zenginleştirmiştir. Yerel halkı daha çok Manav Türkleri ve Balkan göçmenlerinden oluşan Gebze, en çok Karadeniz, Marmara ve Doğu Anadolu bölgelerinden göç almıştır. Çok eskiden ağırlıklı olarak tarıma dayanan ekonomisi günümüzde neredeyse tamamen sanayiye dayanmaktadır. Gebze’de sohbet ettiğim bir arkadaşın söylediklerini hiçbir yorum katmadan birebir aktarıyorum: « Bir işçi cennetidir Gebze. Kimse işsiz kalmaz hemen hemen. Sayısız fabrika vardır, çarşıda birisiyle tanışırsınız, gel yarın işe başla der. Çalışmak içindir Gebze, havası pistir. Dilovası’na göre daha iyiyiz. Ama burada da bazı geceler fabrikalardan gelen kokulardan cam açılmaz oluyor. Gariban, çalışan muhitidir genelde Gebze, işçiler yaşar. Beyaz yakalılardan az da olsa yaşayan vardır Gebze’de, işverenlerin, fabrika sahiplerinin hiçbirisi ise Gebze’de oturmaz.»






Kısaca size, üç yıl boyunca (2011-2014) çalıştığım, havasını solduğum, ilçe merkezini ise ancak yıllar sonra, evvelki gün detaylıca gezdiğim Gebze’den, Gebze’nin tarihinden söz etmeye çalıştım. Her ne kadar, yoğun sanayi, hava kirliliği, kalabalık, çarpık yapılaşma gibi birçok olumsuz noktası olsa da Gebze, çoğu kişinin sandığının aksine tarihî açıdan çok zengin bir ilçe. 


Ben özellikle Eski Çarşıyı çok beğendim. Gebze merkezde iki tane tarihi cami, iki tane tarihî hamam, bir büyük külliye, birçok çeşme ve türbe, birkaç eski konak, bir tarihî su dolabı ve bir adet Bizans Döneminden kalma büyük bir sarnıç bulunuyor.











 İnsanları genelde samimi, yardımsever ve hoşsohbet. Gebze, mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer. Ayrıca, bu saydığım tüm güzellikler sadece Gebze Merkezde, daha yine Gebze’ye bağlı Eskihisar var, Ballıkayalar var, tabiat parkları var, yıllar önce Adapazarı dönüşü geçtiğim ve çok beğendiğim doğayla iç içe Mollafenari, Balçık, Pelitli gibi köyler var. Kısaca Gebze sadece sanayi ve hava kirliğiyle anılmayı değil, keşfedilmeyi, gezilmeyi ve sevilmeyi hak ediyor.

(Gebze'de yer alan tarihî eserlere dair tek tek ve daha detaylı bilgi ve fotoğraflar önümüzdeki günlerde eklenecektir. 

 

 















Gebze'de Bulunan Tarihî Eserler:

Gebze Bizans Sarnıcı



Gebze İlçe Merkezinde, kentin tarihî çekirdeğini oluşturan Eski çarşıda, 1664 yılında inşa edilen İbrahim Paşa Çeşmesinin, 1523 tarihli Çoban Mustafa Paşa Hamamının, yaklaşık 1000 yıllık bir sarnıcın ve asırlık çınarların süslediği, insanın ruhuna huzur veren çok güzel bir meydan bulunur. Çeşmenin ve hamamın kuzeybatısında bulunan, Bizans dönemine ait bu su sarnıcı, 10-12.yy arasında inşa edilmiştir ve Gebze’de, gün yüzüne çıkarılmış en eski tarihî eserdir. Yıllarca yeraltında gizli kaldıktan sonra, 2015-2016 yıllarında, meydan düzenlemesi için yapılan kazılar esnasında ortaya çıkan bu sarnıç, doğal bir kayaya oyularak yapılmıştır. Tuğla örülü ve aralarında geniş bir boşluk olan iki beşik tonozun altında yer alan muazzam güzellikteki bu sarnıç, yaklaşık 20 metre derinliğindedir. Aynı meydanda bulunan hamam ve çeşme, sarnıçtan 100’lerce yıl sonra inşa edilmiştirler, ancak bu eserler inşa edilirken sarnıçtan da yararlanıldığı düşünülmektedir. Sarnıcın yanından, hamam ve çeşme yönüne doğru uzanan, tıpkı sarnıç gibi günümüzde üzeri camekân ile örtülerek sergilenen, pişmiş topraktan yapılmış su boruları (künk) bunu düşündürmektedir.




1000 yıl öncesinden günümüze gelmeyi başarmış, asırlar boyunca su gibi en temel ihtiyacı karşılamış bu sarnıcın tesadüfen de olsa gün yüzüne çıkarılması, korunması çok güzel. 20 m. derinliğindeki sarnıcın üzerindeki camekânda yürürken adeta, kimi kanyonların üzerine eklenmiş küçük bir cam terasta yürüyor hissine kapılıyorsunuz. Ne var ki, camekânlar çok tozlu, sarnıç çok net görülemiyor, hele ki çektiğim fotoğraflarda ne yazık ki neredeyse hiçbir şey belli olmuyor. Her gün üzerinde 100’lerce insanın yürüdüğü bir camekânı her daim şeffaf, pırıl pırıl tutmak da pek kolay olmamalı zaten. Tüm bu sebeplerden bu sarnıcı, gerekli önlemler alınarak, belirli saatlerde halkın erişimine açmak, hatta bu vesileyle çok zengin olan tarihî kimliği hep sanayisinin altında ezilmiş, fazla ön plana çıkamamış olan Gebze’ye turistik bir değer kazandırmak mümkün olamaz mı? Zira bu sarnıç, belki bir Yerebatan ya da Şerefiye Sarnıcı kadar ihtişamlı olmasa da hiç de yabana atılacak bir sarnıç değil. Doğal bir kaya oyularak ve çok özenilerek yapılmış, büyük sayılabilecek ve asırlarca Gebze’nin su ihtiyacına cevap vermiş 1000 yıllık bir sarnıç…

Faydalandığım kaynak: Gebze’de bir Bizans Sarnıcı, Rıdvan Gölcük-Esra Kahraman, Uluslararası Gazi Süleyman Paşa ve Kocaeli Tarihi Sempozyumu-3

Köşklü Çeşme

Gebze’de, merkez yerleşimin batı kısmında, Eski Bağdat Caddesi üzerindeki bir parkın içerisinde yer alan bu çeşmemiz 1780 yılında Burhan İbrahim Beşe adlı bir hayırsever tarafından Molla Mustafa’nın ruhunu şâd etmek için yaptırılmıştır. (Bazı kaynaklarda kitabede geçen Beşe sözcüğünün aslında Paşa olduğu, çeşmeyi yaptıranın İbrahim Paşa olduğu iddia edilmektedir.)

Kaba taştan (yığma, moloz) yapılmış, tek cepheli, düz çatılı, haznesiz, dikdörtgen planlı bir çeşmedir. Üzeri , son olarak yeşil renkli boyayla sıvanmıştır. 2,14 m. yüksekliğinde, 3, 14 m. genişliğindedir. Kitabesi ve ayna taşı mermerdendir. Yuvarlak bir kemer ve iki adet pilaster (sütünce) ile çevrilmiş mermer ayna taşı üzerinde süsleme olarak bitkisel bir kabartma bulunur. 

Ayna taşının yukarısında, çeşmenin yuvarlak kemerinin altında mermer bir kaide üzerinde yer alan kitabesinde: 


‘‘ Bu çeşme….. burhanın

   Cehennemden azad eyleye Allah canın

   Sahibü’l hayrat ve’l -hasenât

   Burhan İbrahim Beşe (Pasa?)

   Mustafa ruhi şeriflerine el-Fâtiha,

   Sene 1134’’

 yazmaktadır.

Dikdörtgen, taştan yapılmış küçük bir teknesi vardır.

1989 yılında büyük bir onarım geçiren çeşme, 1990 yılında, ‘‘Korunması gereken kültür varlığı’’ olarak tescillenmiştir.

Suyu akmaktadır.

Faydalandığım kaynaklar: Gebze Çeşmeleri, Ahmet Yavuz Yılmaz, : kocaelikitabeleri.wordpress.com